Sana bir masal anlatmak istiyorum, dinler misin? Ben çok sevdim, belki sen de sevebilir hatta kendini bu masalın kahramanlarından biri gibi hissedebilirsin.

Bir varmış bir yokmuş, ülkelerden birinin küçük ve şirin bir kentinde yaşayan yalnız bir kadın ile, gene aynı ülkenin yeşili ile bilinen kentinin, küçük bir kasabasında yaşayan adamın yolları, hiç beklenmedik bir anda, bir şekilde kesişivermiş. Oysa ki aralarında aşılması öyle zor, öyle imkansız mavi tepeler varmış ki.

Şimdi diyeceksin, madem böylesine zormuş da, nasıl olmuş bu iki yabancının yolları birleşivermiş? Çağın getirdiği ileri bir teknoloji varmış, içinde her türlü bilgiyi barındıran, uzakları yakın ediveren, gün gelip insanları gerçeklerinden uzaklaştırıveren, yalanı yanlışı doğru yapıveren, nice sevgiler yaratıp yaşamı güzelleştiren ancak o ölçüde de acıları, hataları, çaresizlikleri ve nice hasretleri de beraberinde getiriveren bir dünyaymış bu.

Bir sanal dünya.

Bir gün kadın hiç beklemediği, planlamadığı bir anda burada adamla karşılaşmış. Günlerce sürmüş görüşmeleri, kadın her sabah coşku ve heyecanla uyanıp açıveriyormuş sanal dünyasının kapısını, ‘Belki rastlarım gene’ diye. Adam da öyle istemiş ki; karşılaşmışlar her seferinde açılan bu kapının ardında. Konuşmaları, paylaşımları, ara sıra birbirlerinin seslerini duymaları, kadınla adamı birbirlerine öylesine yaklaştırmış ki, oradaki paylaşım artık onlara yetmez olmuş ve her ikisi de bu duyguyu kendilerine yaşatan diğer yarısını görmek, tanımak istemiş. 

Bir gün adam, ‘Seni görmek istiyorum’ demiş, kadın da hiç düşünmeden kabul etmiş, hemen buluşacakları yeri kararlaştırmışlar. Adam daha öncelerinde kadınla görüştükleri sanal dünyalarında onun sayfasındaki resmi gördüğünde ..aramızda işte böyle bir engel var, aşılamaz bu mavi tepeler dermiş  hep ,ancak o gün o tepeleri ardında bırakarak , kadının yaşadığı kente gelmiş.Kadın heyecanla ve sabırsızlıkla beklemiş adamı belirledikleri yerde… şehrinin tren garının önünde..ve o an gelmiş ve adam kadını arayarak arabasını park ettiği yerde onu beklediğini söylemiş… işte orada,vişne çürüğü rengi arabasının yanında,omuzlarına attığı kazağı ile adam onu bekliyormuş. Kadın onu daha fazla bekletmeme telaşı içinde adama uzaktan bakıvermiş, sanki onu yıllardır tanıyormuş hissine kapılıvermiş bir an,o kadının eksik tarafıymış sanki, yanılmamış işte… Kısa bir merhabalaşmadan sonra kadın arabaya binmiş ve nedenini asla bilemeyecekleri bir duygu ile onun evine doğru çıkmışlar yola, oysa daha sonralarında bu nedenle ilgili sorgulamalarında, aslında her ikisinin de başlangıçta bunu düşünmediklerini anlamışlar, düşündükleri ,planladıkları sadece birbirlerini görmek, bir yerlerde oturup çay yada kahvelerini yudumlarken sohbet edebilmekmiş… ancak olması gerekenler olmuş ve adamla kadın gidilmesi kaçınılmaz olan o hem çok güzel hem de çok zor yolculuğa çıkıvermişler bile.

O eylül ayının son günlerinden birinde, o yolda,direksiyondaki adamın yanında oturan  kadın sürekli bir şeyler anlatıp duruyormuş, sanki adam onun yeni tanıdığı biri değil de, çok yakını, çok iyi bildiği biri, daha önce gönderdiği  bir yerden, uzaklardan dönmüş de karşılamış gibiymiş. Adam ise onu sessizce ve dudağında hafif bir tebessüm ile dinliyormuş, sessizce… evet bu onun hep yaşadığı bir durummuş, sessizlik… bu  onun karakterinin bir parçasıymış  ve aynı zamanda da çok önemli bir nedeni varmış…

Beraberliklerinin aylar sonrasında kadın bu nedeni anlamaya, hissetmeye başlayacak, anladığında ve çok daha sonrasında bildiğinde, artık çok geç  ve geri dönülemeyeceği bir noktaya gelmiş olacaklarmış… vişne çürüğü rengi araba kadının sokağına girdiği anda ben ne yapıyorum diye düşünmüş kadın ama susmuş, bir şey dememiş adama. Kadın evinde baş başaymış artık adamla… yemek boyunca anlatmışlar birbirlerine kendilerini ve yaşamlarını tekrar… kadın eşinden ayrılmış uzun bir zaman önce, adam da öyle, çocuğu da yokmuş, böyle anlatıyormuş kadına… onlar sohbetlerine devam ederlerken, gene olması gerekenler oluyor ve adamla kadın birbirlerine daha çok yaklaştıklarını hissediyorlarmış… bir an gelmiş ki, yan yana oturdukları kanepede, bir şey söylemek için adama doğru dönen kadın, onunla yüz yüze gelmiş… işte bu masalı başlatan an o olmuş… nasıl olduğunu anlayamadan birbirlerine öylesine yaklaşıvermişler ki,dudakları birleşivermiş… sanki bir daha ayrılamayacaklarmış gibi çok uzun bir süre, öylece kalakalmışlar… daha sonrasında birbirlerinden ayrıldıklarında… kadın biraz geriye çekilip, ellerini şaşkınlıkla iki yana açtığında dudaklarından şu sözler dökülüvermiş… bu ne yaa… işte bu sözler!

her şeyi ile içinde, sevgi, özlem, merak, şüphe, kayıtsızlık, ayrılıklar, yalanlar, güzellikler, kısa mutluluklar, uykusuz geceler, gözyaşları ve beraberinde daha pek çok duygu ve kelimelerin yaşandığı bir birlikteliğin başlangıcı olmuş, artık o anda geriye dönmek, hiç başlamamak için çok geçmiş .Birlikte geçirilen o iki güzel günün sonrasında, adam kadınla uzun uzun kucaklaşıp, vedalaşarak, yüreğinde ve aklında kadın, şehrine geri dönmek üzere mavi tepelere doğru yola çıkmış… geride şaşkın, hüzünlü, yüreğinde ise koskoca bir sevda kalan kadını bırakarak.

Adamın gidişinden sonraki hafta içinde bir süre görüşebilmişler… ancak bir gün kadın, adamın koyu bir sessizliğe gömülüverdiğini anlamış, artık ne yazdıklarına ne de aramalarına yanıt alabiliyormuş, sanki çıkıvermiş sessizce kadının yaşamından, tıpkı girdiği gibi… oysa vazgeçememiş kadın ondan,devam etmiş onu aramaya ve günler sonrasında … geliyorum… demiş adam ona, tekrar görüşmüşler, gelmiş gene adam kadının şehrine, mavi tepeleri ardında bırakarak… aylarca süren bu birliktelikte kadın, bir türlü çözememiş adamı, davranışlarının nedenini, sürekli kaçış ve dönüşlerini anlamaya çalışıyormuş, bazı şüpheler, sorular aklındaymış aslında hep ama bunları düşünmek istemiyormuş… çünkü ona güveniyormuş.

Artık hep aynı şeyler yaşanır, tekrarlanır olmuş, birlikte geçirdikleri anlar her zaman sevgi dolu, mutlu, huzurlu ancak adamın gidişlerinden sonraki haftalarda ise, çaresizlikler içinde, aklında bir türlü yanıt alamadığı pek çok soru, şüphe dolu günler, geceler yaşamaya başlamış kadın.zaman zaman bu soru ve şüphelerini paylaşmış adamla ama aldığı yanıtlar asla rahatlatmamış onu…. adam ise hep sessizliğini korur olmuş.

Aylar sonrasında bir gün kadın artık ondan hiç haber alamadığını fark etmiş, gitmiş adam yine sessizce , hiçbir açıklama yapmadan kadından… o ise hiç bıkmadan, vazgeçmeden, yazmaya, aramaya devam etmiş günlerce, merak etmiş adamı, üzülmüş çok ona bir şey mi oldu acaba diye… sızlamış yüreği… çok zor geçen o karanlık günlerden birinde adamdan bir yanıt almış kadın…

hastaymış. adam… bir süre tedavi görmüş, artık yaşam ona ağır geliyormuş ve kadını da, ona duyduğu sevgisini de taşıyamıyormuş artık, bitmeliymiş… böyle diyormuş adam. Bu bir veda mektubuymuş… kadın bir taraftan ondan haber aldığına sevinirken diğer yandan da acılara, gözyaşlarına boğulmuş okudukça her satırını yazdıklarının adamın… kabullenmiş kadın bu durumu, yeter ki o iyi olsun diye…

O günden sonra hiç unutmamış kadın onu, yine sevmiş, yine özlemiş, yine merak etmiş… aradan geçen uzunca bir zaman sonra, bir gün çıkıp gelivermiş adam… yine mavi tepeleri ardında bırakarak… kadınının yaşadığı kente… o da unutamamış onu… özlemiş o da hep, merak etmiş… daha sonraki aylar kadın için bir kabusa dönüşmeye başlamış, zaman zaman onun nedensiz sessizlikleri, kayboluşları ve bazen de vedalaşmadan yok oluşları… kadını… kendi içinde sorgulamalara götürmüş hep… bir neden aramış… bulduğunda… anladığında… ve daha sonrasında bildiğinde ise artık çok geçmiş… yalan söylemiş adam ona, sevdiğini söylediği kadına… evliymiş adam, üstelik de iki çocuğu da varmış…

kadın bu sonuçlara hep kendi hisleri, ayrıntılara takılma özelliği, araştırmalarıyla ulaşmış… ancak bu süreç öylesine zor, öyle karanlık geçmiş ki kadın için… susmuş önceleri, tüm gerçeklerini artık bildiği halde adamın, beklemiş… neden demiş, neden adam her gidişinde, her vedasında bir yalan söylüyor… bunca oyuna ne gerek var, neden açık yüreklilikle anlatmıyor her şeyi, neden dürüstçe veda etmiyor ve hep bir drama çeviriyor gidişlerini?

öyle oyunlar oynuyor ki hem gidiyor, hem de acı çekmemi, aramamı bekliyor sanki, neden diye düşünmüş kadın hep… ama gene de özlemiş, merak etmiş adamı, artık hiç uyuyamaz olmuş, sanki yaşamdan yavaş yavaş çekildiğini hissetmeye başlamış..hele ki o gün yani adamın gerçeğini tüm çıplaklığı ile öğrendiği o an, kadın asla unutamayacağı bir acıyla sarsılmış… telefondaki ses sorularına yanıt verirken yıkılıvermiş kadın… bu kez büyük bir sarsıntıyla, sanki camdanmış kalbi, kırılmış, dökülmüş, tuz buz olmuş… duymuş o sesleri, acımış yüreği, acıtmış kırılan her parça onu tekrar, tekrar… işte o gün, o andan sonra susmuş kadın… bu sefer sessiz olan oymuş… sormamış adama, söylememiş bildiğini… beklemiş, bekledikçe daha çok acımış yüreği, hiç uyumamış yine… sabahın ilk ışıkları odasını aydınlatıncaya dek.

Ruhu ve bedeni artık taşıyamaz olmuş bu gerçekleri, tükenmeye başladığını hissetmiş her hücresinin… yine zor geçen bir gecenin sabahında… yaşanmalı artık her ne yaşanacaksa diye düşünmüş… vazgeçmiş sevdasından… adama karşı duyduğu o çok derin sevgi ancak buraya kadar taşımış kadını… o doğum gününde adamla birlikte olmak istemiş… istemiş ki, doğum günü aynı zamanda sevgisinin bittiği gün olsun… kadının bildiklerinden haberi olmayan adam o gün gelemem ama birkaç gün öncesinde olacağım yanında demiş…

ve yine mavi tepeleri ardında bırakarak kadının kentine gelivermiş, çalmış gene kapısını, bu sefer elinde tek bir kırmızı gülle,bu kadının adamdan aldığı ilk ve son çiçek, hediye olmuş… yine sarılmışlar birbirlerine uzun uzun kadının kapısın önünde, yine büyükmüş özlemleri… susmuş öncesinde kadın, uzun bir süre sormamış, yargılamamış, söylememiş ona ama sonrasında gece yarısına doğru bildiklerini, gerçeklerini anlattığında adama… “gönder beni ne olur” demiş adam gözleri nemlenerek. Kabul etmemiş kadın, göndermemiş adamı… her seferindeki gidişlerinden biri gibi olmasını istemiş, yaşanmalı her ne yaşanacaksa son kez demiş ve adama hiçbir şey sormamış, söylememiş kadın artık…yaşamışlar yine o çok kısa zaman diliminde sevdalarını, tüm gerçeği kısa bir sürede olsa unutmaya çalışarak…

İşte gene ayrılık zamanı gelmiş, yine sarılmışlar uzun uzun birbirlerine, vedalaşmışlar ama bu sefer ki çok farklıymış… artık bu son vedaymış… yüreğinde sevda, aklında kadın gitmiş adam mavi tepeleri son kez aşarak yaşadığı kente doğru… geride yıkılmış, parçalanmış bir yürek, bir kadın bırakarak… adamın gidişinden bir kaç gün sonra o doğum gününde, kadın hep o şarkıları dinlemiş, adamla birlikte dinlediği, ilk ve son kez dans ettikleri… “yastayım” diyormuş şarkıcı bir şarkısında… bir diğerinde ise… “dön diyemedim” diyormuş.

Acı duymuş yine kadın, yüreğindeki kırık parçalar acıtmış onu gene… Gitmişti adam bu sefer mavi tepeleri son kez aşarak, yüreğinde sevdası parçalanmış, tuz buz olmuş kadını geride bırakarak…

Ben bu masalı buraya kadar biliyorum. aslında masalı yaratan kadının kendisiydi belki. adamı öylesine sevmiş ki, hiç bir şey vazgeçirememiş kadını ondan. yüreği ile yazmış, yaşatmış bu masalı ama sonunda işte kırılmış yüreği, yazamamış devamını. masal bu ya; olmuş işte.

masalın sonunu sende merak ediyorsun değil mi? bunu her ikisi de,kadın ve adamda asla bilememişler. Adamın sanal dünyalarında kadına söylediği şey gerçek olmuş. aşılması çok zormuş. aşılamazmış mavi tepeler.

Yazarı kim? 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.