“Hasara uğradıysan, acı çekmişsen, kırık döküklerini gördüysen artık bu yaşadıklarınla sen daha da değerlisin” diyor, bir Japon sanatı.

600.Yıl önce Japonya’da kusurların mükemmelliğini anlatan bu sanatın adı, Kin-tsugi (Altınla birleştirme) ve Kin-tsukuroi (Altınla tamir).

Japonca’da; Kin: Altın, Tsugi: Birleştirmek, Tsukuroi: Tamir etmek, demek.

Japonlar ideal soyut yaşam felsefesini el sanatıyla somut hale getirerek bunu elle tutulur gözle görülür hale sokmuşlar. Hem yaşa hem de uygula…

Bu sanattan anladığım; mükemmelliğe giden yolun mutlaka kusurlarımızın içinden geçmesi gerektiği… Hasara uğrayan her ne ise, ki bu bir eşya ya da insan olabilir; acı çekmişse mutlaka bir ders almıştır, bir hatıraya sahiptir. Yaşadıkları ona değer katmıştır.  Ve o kişi daha tecrübeli, daha güzel, daha değerli olduğundan artık eskisi gibi aynı kişi değildir.

Örneğin; Japonlar kırılan porselen, seramik gibi değerli parçalarını çöpe atmak yerine altın tozuyla yapıştırıp amacına uygun hale getiriyorlar. Tamir malzemesi pahalı da olsa kırılan yerleri onarırken kusurlarının üstüne gidip düzeltmenin yollarını arıyorlar. Kırılmış porselenin çatlakları altın tozu ile birleştirilmiş yeni görüntüsüyle ortaya çıkartılıyor. Bireyler saklanmadan ruhlarında, nesneler ise yüzeyinde kusuru ile birleşmiş oluyor.

Dile gelse sanki şöyle söylüyor; “Kusurumu kabul ettim, altın tozuyla o kırılan/kırdığım şeyleri, çatlakları, kendimi, diğerini tamir ettim. Şimdi bu altın deneyimlerimle bütünleşip yeniden yürüyorum. Güzellikleri yeni de değil, eskiyende, gidende, kırılanda görmem gerek. Bunun için bu şeye değer katacak altın tozuyla elimdekini onarıp amacını yapmasına hizmet ediyorum. Bu süreç bana kusurlarımdan ders almamı öğretiyor. Hatalarımla var olma yerine bunları bir faydaya dönüştürerek parlıyorum.  Bu bir insan, eşya, ağaç, vs…her şey olabilir. Kusurlarımın mükemmelliği ile değerleniyorum.”

Daha da derin araştırdığımda bu sanatın temelini 16.yüzyıl Wabi-Sabifelsefesinden aldığını okuyorum. Wabi: Doğal, yalın, sade ve kusurlu olanın güzelliği, bir yaşam şekli, ruhani bir yol. Sabi: Eski, yaşlı, kullanılmış, yıpranmış ve aşınmış olanın güzelliği, nesneleri ve onların sanatını temsil ediyor. Her iki özgün kelime yan yana geldiğinde yeni anlamının içinde evrilip değer kazanıyor. Wabi-Sabi; Kusurlu, geçici ve bitmemiş, alçak gönüllü, mütevazi, nesnelerin alışılmadık güzelliği oluyor.

Bağımlılıklarımız, tutunduklarımız, bütünsel bakamadığımız vahşet dolu bu yüzyıla göre çok farklı derin bir felsefe. Öncelikle geçici olana bağlanmıyor. Bağlandığı şeyler: duygusal olgunluk, kutsal bilgi ve deneyimler, doğallık, yaşanmışlık, erdemler, bütünsel yaklaşımlar… Yeteneğini, aşina olunmayan güzelliğe geniş bakmaya, onu doğal haliyle kabullenmeye, geçici arzularla dolu mükemmellik yerine; şükretmeye ve değer bilmeye odaklıyor.

Günümüz insanına bir ders niteliğinde.  Sökük dikmeden, yaralarımızın, travmalarımızın çözümüne odaklanmadan tam ve bütünüz edasıyla dolanıp “Kusursuz görünümdeyim, bak ne güzelim…ben den âlâ çiçek yok!” diyen, zayıf, eksik güçsüz görünmekten korkan çatlak taraflarımız.

Hayat altın tozu ise içine sevgi suyunu, şefkat baharatını, olduğu gibi kabul sihrini koyup sızılarımıza serpebiliriz. Sakin, dingin kendimizi tamir ederken özgür düşünmeyi, hissetmeyi, detayları görmeyi, her duygu ile temas edebilmeyi öğrenebiliriz. Yeni şeyler yaratamıyorsak, sanata dönüştürülen güzellikleri kendimize rehber olarak kullanabiliriz.

Zira mesele her birimizin malzemesinin farklı olduğu gerçeğidir. Farklı olmaktan, dışlanmaktan korktuğumuz için kusursuz olmak adına doğal halimizden uzaklaştık. Bize biçilenleri giydik. Birbirimize benzeyen bireyler olduk. Özgünlüğümüz kayboldu. Yaratıcılığımızı küçümser olduk.

Bu felsefe gibi bir sürü öğretiler var. Çoğunu bilmiyoruz. Bildiğim şey doğal olanın güzel olduğuna olan inancım ve bunun getirdiği özgünlüğün birlik bilincine götürdüğüdür. Kabulü gören yaratıcılığını dışarıya gösterebilir, çoğalabilir, hikayesi olan insan/nesne bir başkasına fayda sağlar.

Bu yol uzundur ve hareket ettikçe tamamlanabilir. Bu süreci izleyebilmek için sakin sadelik gerekir. Doğallığa sığmayan suni beklentiler, arzular, hayaller kaybolup gidecektir. Birey gerçekçilikle tamamlanabilecektir.

Yeni yaşamla bilinçli dans; yama yemiş giysilere sahip kendini tamir edebilenlerin, zihin çatlaklarını yeni nöronlarla sarabilenlerin, kırılan kalplerinin nedenlerini öpenlerin olacaktır.

Konuyu birleyeyim o zaman:

Şu anda COVIT-19 ile ağır bir süreçten geçiyoruz. Çatlaklarımızı görüp dökülen yerlerimizi elimizde ki altın deneyimlerle yeniden tamir edelim. Kendimize değer katarken sadeleşelim. Kendi kusurlarımızdan yeniden doğmaya vakit daima var…

Değişim, dönüşüm her zaman pozitif anlamda olmasa dahi dönüp geleceğimiz yer eninde sonunda sadece gerçek benliğimiz. Ve özümüzde ki kusursuzluğu hissettiğimizde varsaydığımızın bize ait olmadığını anlıyoruz. Tamir ile her şey bir arada bütünsel güzellikle parıldıyordur karşımızda. Yaşam amacına uygun, kendi gerçeğini yaratmış olarak. Özümüzden başka hiçbir şey bize ait değildir.  O ki biricik ve tek olandır!

Yaralarımızı, kırılan taraflarımızı sevgi tozlarıyla yeniden birleştirmek ve bunu sürdürebilmek en yüce insan olma sanatı olsa gerek.

Yol için yolcu gerek, öğrenmek için uygulamak gerek.

Yol cümleden uludur… Nasip ile,

Bilge Öztoplu/27.03.2020

Yazarımızın kitabı Beni Tersten Oku ‘yu satın almak için tıklayınız.

(Kaynakçalar linklere eklenmiştir.)

 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.