Denizlerde geçen bir yaşam. Bulutlarla, yıldızlarla, mavi sularla kurulan dostluklar… Deniz arkadaşın olduğunda dünya önüne serilir. Deniz dinlemesini bilene hem kendini, hem yaşamı anlatır.

Ender Yürükçü bir uzak yol kaptanı, bir süvari. Denizcilik Yüksek Okulu’ nu 1982’de bitirmiş. Yaşamının büyük bir kısmını eşi Çağda ile birlikte denizlerde geçiriyor. Yolculukları aylarca sürüyor. Onlarla, uzun süren seferleri sonrasında döndükleri, Akdeniz’in doyumsuz güzellikteki köşelerinden birinde bulunan evlerinde görüştük.

Ü.G: Hemen herkesin yapmak istediği bir şeyi yapıyor, dünyayı geziyorsunuz.
Ender Kaptan: Herkes bizim gezdiğimizi sanıyor ama biz gezmiyor, yaşıyoruz. Gemi bir dünyadır. Çok yoğun ve farklı yaşıyor, hep öğreniyoruz. Deniz çok şey kazandırıyor.

Ü.G: Neler kazandırıyor?

Ender Kapatan: Hızlı düşünüyor, cevapları çabuk buluyoruz. Pratik çözümler üretebiliyoruz. Hayatı öğrenmek için denize çıkıp fırtına yemek gerek diye düşünüyorum, ama “harekeyn” dğeil, tabii…
Denizde riskli bir yaşam vardır, her an her şey olabilir. Bazen nereye gideceğimiz belli değildir. Bize “şu yönde ilerleyin” denir. O sırada herkes çok heyecanlanır, tahminlerde bulunur. Oyun gibidir.

Bazen tek istediğin fırtınanın bir an önce durmasıdır. Ben zamanın varolmadığını öğrendim denizden. Yaşanan an çok önemlidir. Yarının programını yaparsın, ama yarına çok şey değişebilir. Her şeye hazır olmak zorundasınd, esnek olmalısın, sürprizlere açık olmalısın.. Denizcilere aralarında “İnsanın aptalı denizcei olur” diye bir söz vardır, ama bence akıllı insan denizi rercih etmelidir. Huzuru bulmak için!

Ü.G: Neden? Ya fırtınalar?

E.K: Onlar geçer, unutulur. Doğum sancısı unutulmasakimse ikinci çcupunu dünyaya getirmez. Gemi limana yanaşır, her şey unutulur. Fırtınadan geriye huzur kalır.

Karada sahtekarca sıkıntılar, doğal olmayan, insan yaratısı fırtınalar var. Denizde her şey doğal, fırtınalar doğal. Deprem en çok bir dakika sürüyor. Fırtına birkaç gün. Bir çok arkadaşım fırtınada öldü, ama insan hatası yüzünden. Tıpkı depremde olduğu gibi.

Ü.G: Denizlerde geçen yaşamı anlatır mısınız?

E.K: Yolculuklarımız aylarca, bazen bir yıla yakın sürer. Bu süre içinde gemide tüm yaşam ve ilişkiler yoğun yaşanır. İş yaşamı ve sosyal yaşam içiçedir. Kapıyı kapatıp kaybolamazsın, kaçma imkanın yoktur. Karadayken iş birince unutursun, herkes evine gider. Burada herkes birbirine anlayış göstermek zorunda. Bu yüzden uyum içinde yaşamayı öğreniyorsun., hoşgörülü olmayı, her şeyi görmemeyi öğreniyorsun, insanları daha iyi tanıyorsun, çok güzel dostluklar kuruluyor. Eğer geminin yapısı sağlam oluşmuşsa, yavaş yavaş tek bir uyuma, ortak bir huzur ortamına doğru gidiliyor. Gemide sosyal eşitlik vardır, orada hepimiz biriz. Süvari de, miço da aynı yemeği yer. Yaşam her yönüyle paylaşılır. Gemi herkesi eşit sallar, deniz herkesi etkiler. Her şey hep birlikte yaşanır.

Ü.G: Bu güzel uyuma varmak kolay oluyor mu?

E.K: Bunu sağlamak kaptana düşüyor tabii daha çok. Kaptan gemideki konumunu yetkisini her türlü kullanabilir, iyiyi de kötüyü de yaratmak elindedir. Geniş açıdan bütüncül bakabilmelidir. Ama gemideki insanların enerji paylaşıp ortak aura oluşturduğunda olumsuz durumlarla karşılaşmıyorsun. Enerjiler uyumlu olmalı. Denizde moral bozulursa deniz de bozulur. Bir kişi bile yetebilir huzursuzluk getirmek için. Ama geminin ve insanların aourası güçlü olursa, o kişinin pek şansı olmuyor.

Ü.G: Denizde sürekli bir etkileşim içindesiniz. Denizi nasıl tanımlıyorsunuz?

E.K: Deniz canlı, capcanlı, bilinçli, öfkeli, neşeli, dingin, mutlu, mutsuz, güzel, renkli, korkunç. Her şey olabilir. Denizdeyken doğanın gücünü hissedersin. Deniz her şeydir. Onu tutamazsınız. Denizdeyken hiçbir ülkede değilsindir, tam anlamıyla dünyalısın. Deniz memleketindir. Bize cevap verir, enerjimiz, düşüncelerimiz ona yansır ve bütün bunları bize geri verir. Son seferinizde beş ay boyunca her şey çok iyi giderken olumsuz birlerinin aramıza katılmasıyla her şey değişti. Her olaya olumsuz bakan, hep kötü olay beklentisiyle yaşayan  bu kişinin gelmesiyle birlikte fırtına yedik başka bir gemiyle çarpıştık. Bütün olaylar ters gelişti. Biz de el ele tutuşup olumlu enerjilerimizi bütünleştirdik ve her şey yoluna girdi.

Ü.G: Yolculuklarınız aylarca sürüyor. Denizdeyken neleri özlüyorsunuz?

E.K: Ailelerimizi ve arkadaşlarımızı tabii ki. Bunların dışındakiler kişisel tercihler, değişik yiyecekler gibi sığ ihtiyaçlar. Örneğin kahvaltı masası, çay demlemek. Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki sebze ve meyvelerin tadı yok. Bir de hiçbir denizde Ege ve Akdeniz’in kokusu… Ege ve Akdeniz diriltiyor. Ama kara yaşamındaki düzensizlik, karmaşa bir süre sonra rahatsızlık vermeye başlıyor. Adapte olmakta güçlük çekiyoruz. Şehir, arabalar, kalabalık sanki üstümüze geliyor. Kaçıp, saklanacak sakin ve huzurlu bir yer arıyoruz kendimize. Ben herhangi bir yerdeki, örneğin bir bekleme salonıundaki denizcileri kolayca tanıyabilirim. Kalabalıktan uzak dururlar, tenha yerleri severler. Bu durumda büyük şehirlerde oturmak da zorlaşıyor bizim için. Toplu taşıma araçlarına binemiyor, hep taksi tutmak zorunda kalıyoruz. Çünkü karada geçen süre önemli, zamanı değerlendirmek çok önemli. Yaşanacak yerin seçimi bile önem taşıyor. Her an bir telefon gelebilir ve biz denize gidebiliriz. Karadaki yaşamın bizim için bir zorluğu da sürekli tatil yapıyor olmamız. İnsanlar normalde düzenli olarak çalışır, dinlenir, yine çalışır ve dinlenirler. Biz çok çalışıp, çok dinleniyoruz. Dinlenme uzadığında çalışmayı özlüyoruz.

Ü.G: Belki de denizi özlüyorsunuz…

E.K: Bir süre sonra deniz çekiyor. Deniz üstünde yaşama zamanının geldiğini anlıyorsunuz. Deniz özgürlüktür. Kara bir süre sonra hapishane oluyor. Çünkü denizdeyken dünyada olan biten her şeyden haberiniz olur. Gezerken dünya hakkında daha çok şey öğrenirsiniz. Yaşananların farkında olursunuz. Karadayken  medyanın , televizyonun size  verdiği gereksiz, anlamsız haberlerden başka şansınız olmaz. Dili’de (Doğu Timos’un Başkenti) olanlardan kaç kişinin haberi var ülkemizde?

Ü.G: DÜnyayı gezdiniz, çok yer gördünüz. “Dünya nasıl bir yer?” diye sorsak?

E.K: Üzücü! Dünya beyaz adamın kontrolü altında. Bunu her yerde görüyorsunuz. Yoksul ülkeler çok fazla. Mc Donald’s felsefesinin girmediği yerler hala var. Oralarda insanlar yoksul ama mutlu yaşıyorlar, sevecen ve güler yüzlüler. Doğadan alıyorlar, ama karşılığını da veriyorlar. İnsanlar arasında gerçek iletişim var. Brezilya’da gemimize klavuzluk eden kaptan aynı zamanda küçük el radyosundan samba dinliyor ve gülümsüyordu.

Gelişmemiş ülkelerin insanlarıyla batılılar arasında çok fark var. Küçük yerlerde gerçek insanlar yaşıyor. Diğerleri renksiz, mekanik, mutsuz ve birbirlerinin aynı insanlar Türkiye’’de yaşayan insanların ise özel bir konumu var. En yoksul ülkelere gittik. Ne hırsız gördük, ne dilenci. İnsanlar kapısı açık uyuyorlar. Dünyayı görmek iüzüyor, Türkiye ise sinirlendiriyor. İnsanlarımızın değişmesi gerek.

Ü.G: Gemilerde kadın bulunmasının uğursuzluk getireceğine inanılırmış bir zamanlar. Bu inancın kökeni nedir?

E.K: Gemide iş yapmamak uğursuzluk sayılır. Hayatı paylaşmak gerekiyor. Kader birliği etmek, bir şekilde gemi yaşamına girmek gerek. Eski zamanlarda kadınların gemide yalnızca yolcu olarak bulunması, zorlu koşullarda katkılarının olmaması bu inancı geliştirmiş olmalı. Bugün hala gemiye kadın almayan denizcilik şirketleri var.

Ü.G: Denizi herkes sever. Peki, herkes denizci olabilir mi?

E:K: Hayır. Deniz zor. Ama bir o kadar da basit ve yalın. İstanbul’da deniz karşısında onun kadar basit ve yalın olması gerekiyor. Ama insanların çoğu yaşama bu kadar yalın bakmayı beceremiyor. İnsanlar karmaşayı seviyor, sadelikten kaçıyor. Basit olduğun zaman, arındığın zaman yeni bilgilere ve deneyimlere açıksındır. Ben basit bir insan olduğumu düşünüyorum.

Ü.G: Teşekkürler Ender Kaptan. Yolun her zaman açık, denizin fırtınasız olsun.

Harekeyn: Kasırga, Bora…

Röportaj : Tutku Çetin / Arşiv: 3.Göz- 2001 

 

 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.