İnsanın kendindeki en yüce gerçeği hissetmesi yani bilgeliğin kişide çıkabilmesi için adım; sükunet halinin yaşanmasıdır. Resim yapacak bir ressam nasıl ki üzeri boş bir tuvale, yazı yazacak olanın boş bir kağıda ihtiyacı varsa; kendisi üzerinde çalışacak insanın da, sükunet içerisinde bir yapıya ihtiyacı vardır.

Hayalinizde canlandırabileceğiniz bir ‘bilge`nin sakin, huzurlu, tebessüm eder hali bize mutluluk ve aydınlanmışlığın dışa yansıması duygusunu hissettirir. Hiddetli, öfkeli ve kızmış bir insanın, ‘kendine hakimiyet’ demek olan bilgelikle bağdaşmayacağını fazla bir  araştırma yapmanın bir gereği yoktur.

Sükunetin korunması, sürekli sürdürülebilen bir farkındalıkla ve kendine ‘metotlu’ hakimiyetle mümkündür. Kendine hakimiyet demek, olaylar karşısında otomatik davranışlarda bulunmamak, yani bir robot gibi tepki vermemek demektir. Bütün hiddet, kızma ve öfke halleri bizim mevcut bir tutkumuzdan, zaafımızdan doğmaktadır ki, öfkeyi metotlu davranışlarla önleyebilmek, bir yerde; zaaflarımızı aşmak olacaktır. Tutkular ve zaaflar; bizi üzen, kızdıran, endişe ve korkuya sevk eden, kıskandıran, kinlenmiş ve sıkılmamıza sebebiyet veren şeylerdir. Biz burada, bizi kızdırıp hiddetlendiren tutkularımızı da ele alacağız. Aynı zamanda kızma, öfke ve hiddetin, bizdeki hayat enerjisini en fazla ölçüde tüketen olumsuz davranış olarak da önlenmesi mutlaka gereklidir.

En güçlü kişinin, tahammül sınırları en geniş olan, sükunetini ne olursa olsun asla bozmayan kişi olduğundan bahsetmiştik. Kendine hakimiyet, kişiyi sınırlandıran çemberi aşmaktır. Dış etkenlere karşı tepki göstermekten zihni men etmiş olmanın  bir diğer adı; zihinsel dengedir. hiddetli kişilikten daha sakin kişiliğe doğru değişim, en önemli ruhsal yükseliş çabalarından birincisidir. Çünkü gerçek sevinç sükunete ulaşmış kişinin halidir.

İnsan için sükunet, gücün en yüksek tezahürüdür. Çünkü aktif olmak kolaydır; dizginleri gevşetivermek yeter! Atlar hemen gemi azıya alırlar. güçlü bir insan gemi azıya almış atlarını durdurabilen, onlara egemen olabilendir. Faaliyet, geri düzeyli bir gücün göstergesidir. İnsan bir şey yapmazken asıl bir şey yapmaktadır!

Ancak kendine hakimiyet bir günden gerçekleştirilecek bir şey değildir. Buna ancak uzun ve dirençli çabalarla ulaşılabilir.  Kişiliğimize yönelik bir olay, bir haksızlık, bir mantıksızlık biz de derhal öfke şekline dönüşüverir. İşte bu olaya imkan vermeyiniz. Bunun oluşmasına engel olmuyorsak biz hiçiz demektir.

Tartışmalara girilmemelidir! Artık zihinsel mücadelelerin geride  bırakılmış olması gerekir.

Kişi tartışmaya çekilmeye çalışsa bile, sükunetini muhafaza ederek, cevap vermeden oradan uzaklaşabilmesi gerekir.

***

Sükunetin Teorisi…

Öfkelendiğimizde varlığımız tümü muazzam bir öfke dalgası haline gelmektedir. Öfkeleneceğimiz bir olay başlarken şunu düşünebiliriz; “öfkeleneceğim”.

O anda “öfke” bir nesnedir, “ben” ise başka bir şey… Ama  öfke başladığında ben, öfkenin kendisi olurum.

Dolayısıyla varlığımızdaki dalgalanmalar, henüz görünmez haldeyken, görünür hale gelmeden ona egemen olmamız gerekir. Daha üzerimizde henüz etkili olmaya başlamışken boyunduruk altına alınmalıdır. Görünür hale gelmeden önce egemen olmadığımız sürece hiçbir tutkunun üstesinden gelemeyiz demektir.

Şimdi insanın halini iki örnekle anlatmaya çalışacağız; Doğudaki Hinduistik Öğreti de denir ki ; “yüzeyi dalgalı ve karışık bir gölün dibini göremeyiz, ancak yüzeyi sakinleştiğinde ve pürüzsüz hale geldiğinde içinde ve dibindekiler daha iyi görünür olurlar. Aynen bunun gibi içimiz derinlerindeki gerçek de, ancak sükunet halinde kendini gösterecektir. Zihinsel içerik yani Cihatta (şita) okunur tamda sükunet içindeyken, içsel derinliğimizdeki gerçeği fark edebiliriz. O halde bahsi geçen göl, yani Chitta Gölü bizim zihnimizdedir ve sakin dalgasız iken, derinlerdeki gerçeğimizi yansıtır.

Diğer örneğimiz de, ateş üzerindeki tencerede bulunan sudur. Su kaynamadan önce tencerenin dibi görünmektedir; önce hava boşlukları oluşmaktadır. Onlar  birer birer dipten koparak yüzeye ulaşır bir dalgalanmayı başlatır. Su  tam kaynar hale geldiğinde artık dibinde baloncuklar da görünmez hale gelmiştir.

İşte insan olumsuz bir olaya, bir davranışa, bir söze maruz kaldığında önce sinirleneceğini hisseder. İçindeki bu ilk sinirlenme adeta tencere dibinde oluşan baloncuklardır. O anda bir çok zaman  karşısındakine uyarıda bulunabilir; “bak üzerime gelme beni kızdırıyorsun” diyebilecek sükunet halen mevcuttur.

İşte “sükuneti koruma” metodunun en kritik anı bu andır. Kişi  bir yerdedir ve öfkede başka bir yerden yaklaşmaktadır. Kişi bu aşamada kararlılıkla ve metot uygulayarak hiddetlenmemeyi, öfkelenmemeyi başarırsa başarır. Yoksa su fokurdadıktan sonra, kişi öfke ile bütünleştikten ve adeta öfke kesildikten sonra sakinleşmesi hemen hemen imkansızdır. Çünkü artık zihinsel ve sinirsel olgu tamamen fizyolojiye yani bedene aktarılmış olup, böbrek üstü bezlerinin salgıladığı adrenalin hormonunun tüm bedendeki etkisi geçene kadar kişi güç sarf etse bile sakinleşmez. Hatta  o haliyle aklını da kullanamaz olur .

Bir çok kişi  işlediği suç sonrası hakime ;

“Vallahi Hakim Bey O anda ne yaptığımı bile fark edemedim” demiştir.

Işık yazan

Fenomen dergisi için yazdığı makaleden alınmıştır…

ÜçüncüGöz dergisi  Arşivi: Sayı 5 – Mart- Nisan 2002

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.