Yazar: Işık Yazan
İnsanın kendisindeki en yüce gerçeği hissetmesi yani bilgeliğin kişide ortaya çıkabilmesi için adım; sükünet halinin yaşanabilmesidir.
Resim yapacak bir ressamın nasıl ki, üzeri boş bir tuvale, yazı yazacak olanın ise boş bir kağıda ihtiyacı varsa; kendisi üzerinde çalışacak insanın da, sükunet içerisinde bir yapıya ihtiyacı vardır. Zaten hayalimizde , canlandırabileceğiniz bir ‘bilge’nin sakin, huzuru, tebessüm eder hali bize mutluluk ve aydınlanmışlığın dışa yansıması duygusunu hissettirir.
Hiddetli, öfkeli, ve kızmış bir insanın, “kendine hakimiyet” demek olan bilgelikle bağdaşmayacağını fark edebilmek için fazla bir araştırma yapmanın gereği yoktur.
Sükunetin korunması, sürekli sürdürülebilen bir farkındalıkla ve kendine ‘metotlu’ hakimiyetle mümkündür. Kendine hakimiyet demek, olaylar karşısında otomatik davranışlarda bulunmamak yani bir robot gibi tepki vermemek demektir. Bütün hiddet, kızma ve öfke halleri bizim mevcut tutkumuzdan, zaafımızdan doğmaktadır ki, öfkeyi metotlu davranışlarla önleyebilmek, bir yerde zaaflarımızı aşmak olacaktır. Tutkular ve zaaflar; bizi üzen kızdıran, endişe ve korkuya sevk eden, kıskandıran, kinlendiren, sıkılmamıza sebebiyet veren şeylerdir.
Biz burada, bizi kızdrıp, hiddetlendiren tutkularımızı da le alacağız.Aynı zamanda kızma, öfke ve hiddetin, bizdeki hayat enerjisini en fazla ölçüde tüketen bir olumsuz davranış olarak da önlenmesi mutlaka gereklidir.
En güçlü kişinin tahammül sınırları en geniş olan, sükunetini ne olursa olsun bozmayan kişi olduğundan bahsetmiştik. Kişiyi sınırlandıran çemberi aşmaktır. Dış etkenlere karşı karşı tepki göstermekten zihni men etmiş olmanın bir diğer adı; zihinsel dengedir. Hiddetli kişilikten sakin kişiliğe doğru değişim , en önemli ruhsal yükseliş çabalarından birincisidir. Çünkü gerçek sevinç sükunete ulaşmış kişinin halidir.
Ancak kendine hakimiyet bir günde gerçekleştirilecek bir şey değildir. Buna ancak uzun ve dirençli çabalarla ulaşılabilir. Kişiliğimize yönelik bir olay, bir haksızlık, bir mantıksızlık bizde derhal bir öfke şekline dönüşüverir. İşte bu olaya imkan vermeyiniz. Bunun oluşmasına engel olamıyorsak biz hiçiz demektir.
Tartışmalara girilmemelidir. Artık zihinsel mücadelelerin geride bırakılmış olması gerekir. Kişi tartışmaya çekilmeye çalışılsa bile , sükunetini muhafaza ederek, cevap vermeden sessizce oradan uzaklaşabilmesi gerekir.
 
Sükunetin teorisi
Öfkelendiğimizde varlığımızın tümü muazzam bir öfke dalgası haline gelmektedir. Öfkeleneceğimiz bir olay başlarken şunu düşünebiliriz: “Öfkeleneceğim”. O anda ‘öfke! bir nesnedir, ‘ben’ ise başka bir şey. Ama öfke başladığında ben, öfkenin kendisi olurum. Dolayısıyla varlığımızdaki dalgalanmalar, henüz görünmez haldeyken, görünür hale gelmeden önce  ona egemen olmamız gerekir. Daha üzerimizde henüz etkili olmaya başlamamış iken boyunduruk altına alınmalıdır. Görünür hale gelmeden önce egemen olmadığımız sürece hiçbir tutkunun  üstesinden gelemeyiz demektir.
Şimdi insanın hiddet halini iki örnekle anlamaya çalışacağı; Doğudaki Hinduistik öğreti de denir ki; “Yüzeyi dalgalı ve karışık bir gölün dibini göremeyiz, ancak yüzeyi sakinleştiğinde ve pürüzsüz hale geldiğinde içindeki ve dibindekiler görünür olurlar. Aynen bunun gibi içimiz derinlerindeki gerçek de , ancak sükunet hainde kendini gösterecektir. Zihinsel içerik yani Chitta (Şitta okunur) tam sükunet içindeyken, içsel derinliğimizdeki gerçeği fark edebiliriz. O halde bahsi geçen göl, yani Chitta Gölü bizim zihnimizdedir ve skin dalgasız iken, derinlerdeki gerçeğimizi yansıtır”.
Diğer örneğimiz de, ateş üzerindeki tencerede buluna sudur. .Su kaynamadan önce tencerenin dibi görünmektedir; öne hava baloncukları oluşmaya başlar. Onlar birer birer dipten koparak yüzeye ulaşır ve yüzeyde bir dalgalanmayı başlatır. Su tam kaynar hale geldiğinde artık dibi de, baloncuklar da görünmez hale gelmiştir.
İşte insan olumsuz bir olaya, bir davranışa, bir söze maruz kaldığında önce sinirleneceğini hisseder. İçindeki bu ilk sinirlenme dalgaları adeta tencere dibinde oluşan baloncuklardır. O anda bir çok zaman karşısındakine uyarıda bile bulunabilir; “Bak üzerime gelme, beni kızdırıyorsun” diyebilecek sükunet halen mevcuttur. İşte ‘sükuneti koruma’ metodunun en kritik anı bu andı. Kişi bir yerdedir. ve öfke de başka bir yerden kendine doğru yaklaşmaktadır. Kişi ancak bu aşamada kararlılıkla ve metot uygulayarak hiddetlenmemeyi, öfkelenmemeyi başarırsa başarır. Yoksa su fokurdadıktan sonra, kişi öfke ile bütünleştikten sonra sakinleşmesi hemen hemen imkansızdır. Çünkü artık zihinsel ve sinirsel olgu tamamen fizyolojiye yani bedene aktarılmış olup, böbrek üstü bezlerinin salgıladığı adrenalin hormonunun tüm bedendeki etkisi geçinceye kadar kişi güç. sarfetse bile sakinleşemez. Hatta o haliyle artık aklını da kullanamaz olur.
Bir çok kişi işlediği suç sonrası hakime; “Vallahi hakim bey o anda ne yaptığımı fark edemedim” diyebilmiştir.
 3.Göz Dergsi 2002/ 5 arşivinden

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.