“Ben senim ve ben senin içinde gerçekleşiyorum…  Beni dışında görüyorsun, çünkü senin içindeyim. Böceklerden galaksilere dek, gördüğün ve dokunduğun her şey senin  içindedir, yoksa onları ne görebilir, ne de onlara dokunabilirdin.” (*)
İlk sevgiyi annemle babamı görünce anladım. Birbirlerini sevdiler ki, ben dünyaya gelmişim. Sonra uzun yıllar geçti. Büyüdüm, beş yaşıma geldim. Amcamın, halamın kızları da büyüktü; onlarda 15-16 yaşlarındaydı. Sürekli “aşk, aşk, aşk!” diyorlardı… Ahhh, ben de aşıktım o zamanlar… Hüseyin abiye. Çok güzeldi onu görmek, sonradan anladım ki, kandırılmışım çünkü kuzenler sadece benim sır tutmam için aramızı yapmışlar Hüseyin abiyle… İşte, aşkta ilk kırılışı böyle yaşadım.
İlk okuluma gittiğimde sarış, yakışıklı bir adamla tanıştım, “ohh be!” dedim “nihayet yaşıma, başıma uygun aşkı sonunda buldum sonunda”. Ondan da annem ayırdı beni; okulumu değiştirdi. Ben aşk kadınıydım ya! çok takmadım. Diğer okulda Tuğrul vardı 4. sınıfta. Ona aşık oldum. Hem çok çalışkandı, hem de ne bileyim onda hoşuma giden yüzünde bir hüzün vardı, babası ölmüştü. Bu arada Hüseyin abiyi unutmuştum bile ama Sinan’ı asla unutmayacaktım. Kalbim çok büyüktü benim, Tuğrul’a da, Sinan’a da bol bol yerim vardı.

Ortaokula geçtiğimde Tuğrul başka bir şehre okumaya gitmişti. Aşkı kalbimde… Kimselerde bilmiyordu benim aşık olduğumu.

Bir yıl kadar aşksız yaşadıktan sonra orta ikinci sınıfa giderken okula çıtır bir Fen Bilgisi öğretmeni geldi,  “Aman tanrım” oldum bir anda. Kalbim yine uyanmış, pır pır çarpmaktaydı! Ama onun zaten kendisi kadar büyük aşkı vardı… Allah’ım, bu aşk olayı ne karışıktı?

O zamanlar İçimde yaşadığım fırtınalı, kalabalık ve platonik aşkla pek bir karışıktım. Seviyordum ama bir türlü ifade edemiyordum. Dedim ki; “Bunlar değil sanki, peki, neydi bu aşk dedikleri?
Yıl ortaokul sıraları. Bir arkadaşımla okul yollarında gezinirken birini tavladık, tamamen alın terimizle vallahi! Tarihini de hiç unutmam, 14 mayıs. Bülent idi adı. Ve işte onunla ilk aşkımı yaşadım. Canım benim, o kavak yelleri aşkımdır benim . Bu biraz ötekilerden farklıydı. Duygular, biraz da hormonlar vardı işin içinde… daha düşününce kalbim çarpıyor, heyecanlanıyordum onu görünce, görmeyince de özlüyordum… Ne yazık ki, 4 cevapsız mektup, sorunlu bir aşk’ı ifade ile Bülent’de bitti, gitti… Tabii yanıtsız kalan mektuplar, sabrı gibi, aşkını da tüketti…
Karar verdim, bu sefer aşka kendimi kapayacaktım, yaş 15 olmuştu ve ben bu işi hala anlamamıştım, o zaman bende AŞK’tan uzak duracaktım. Bundan sonrası kendi kendime Bülent’e platonik aşk beslemekle geçti… zor günlerdi. Ta, evlenene kadar.
Aşk evliliği değildi ama biliyorsunuz bu sorun değil, ben aşk kadınıydım ya, yarattım hemen. Her şey çok güzel giderken 6-7 yıl, offfff, yine bir şey oldu! Kendi halinde dönen dünya birdenbire dönmez, ay gökyüzünde görünmez, gül yüzüm gülmez oldu işte!.. Biten bir şey vardı; o biten AŞK’tı!
Gittim bende… çünkü ben aşk kadınıydım, aşkın olmadığı yerde kalamazdım…
Sonra Faruk girdi hayatıma, İlk kez Allah’ıma o zaman mektup yazdım işte! “Allah’ım” dedim, “biliyorum ‘yalnızlık’ bir sana mahsus, ama ne olur bana da öğret. Şu an sevgilimleyim ama acaip acılar içindeyim.. Allah’ım bana yardım et!” dedim, sonra emir olmasın diye “lütfen eder misin?” diye mektubumu düzelttim… Çünkü sevgili Faruk’a “seni seviyorum” derken gelen cevap şuydu: “Ben beni sevmiyorum ki, seni sevebileyim”…
Ne büyük acılar yaşadım bilemezsiniz. Ben de beni sevemediğimden midir nedir Faruk’u sevmeye çalışıyordum ya zaten, o zaman çivi çiviyi sökemez miydi? Ne komikti, iki kendisini sevemeyen birleşmiş, aşk yaşamaya çalışıyordu. Şimdi anladım ki, rahmeti bol olsun Faruk bana önce kendini sevmenin önemini anlatmıştı ve ben birini nasıl sevebilirim dersinde duygusallıkta tavan yapmış, sınırlarımı aşmıştım…
Sonra Aldo girdi hayatıma. İlk defa din, dil, renk ayırdından vazgeçmiştim… Ne yalan söyleyeyim? Onda da; ben ne kadar sevilebilirim, öğrendim. Ama şöyle diyeyim arkadaş; sen kendini sevmiyorsan, inan, seni çok seveni de ziyan ediyorsun! Haliyle ziyan oldu bizimkisi de…
Neyse Aşk’ı ararken bundan sonrası gerçekten bir eziyete döndü. Vazgeçtim sanki…
Ama gel gör ki, içimdeki ‘aşk kadını’ durmuyordu, duymuyordu beni. Dedim ki kendime; “aynı şeyleri yapıp farklı şeyleri bekleyenlere ‘deli’ diyorlarsa ben henüz akıllıyken farklı bir şey yapıyım bari; aşk’ı dışarıda bulamıyorsam, bir de içime bi bakayım!” 
İşte olanlar o zaman oldu!
Bugüne kadar bir şekilde hayatıma giren herkesin neden girdiğini nihayet anladım; Onlar beni bana yansıtırlarken beni de aslında bir’den bin’e bölmektelermiş … aslında bölen onlar değil benim ikirciklik içinde yaşayan zihnimmiş. Örneğin siz, birini seviyorsunuz ve sonra anlaşamıyor ayrılıyorsunuz ya, ayrılmak isteyen kim olursa olsun ortada bir üzüntü oluyor, değil mi, neden? Çünkü o ayrılışta kendinizi yarım hissediyorsunuz da ondan. O gidince zihninizi meşgul eden yarı da gidecek ya, geriye bilmediğiniz kocaman -ya da küçük- bir boşluk kalacak ve belki de siz o bilmediğiniz boşluk duygusuyla uğraşmaktansa, işinize gelmese de bildiğiniz olumsuz da olsa o duyguyu yaşamak için olayı sürdürebilirsiniz. (sadece seçim bu)
Ben bunu nasıl çözdüm? Tüm aşklarımı bir bir taradım ve her defasında içimden söke söke çıkardığım duygularımı bir bir tanıdığım, işlediğim ve sağlıklı bir şekilde yerine yerleştirdiğim bir aşk içinde GERÇEĞİ anladım. Ve reddettiğim Havva rolüme tekrar döndüm. Bu dünyaya gelirken kadın formundaki bedenimi, tüm duygularıyla deneyimlemeyi seçmiştim. Hayat yoluna beni getiren annem-babam, kocaman çift taraflı ailem, hayat yolunda yürürken karşılaştığım kişiler, toplumsal yönlendirmeler, okul, din, dil, politika, geleneksel kültürlerin etkileşimi ile iyice ayrışan zihnimin oyunları beni yoldan çıkarmıştı…
Sağlıklı olmak demek beden-zihin- ruh mekanizmasını anlamak demek. Kadın veya erkek bedeninde TAM olmayı hatırlamak demek… Böyle bir bilişle sevdiğin zaman bir yarını tamamlamayı bırakıyor, BÜTÜNÜ yaşıyorsun … aynen düş görenin dediği gibi: “Sadece bütünlük sevebilir ve ancak tüm görkemiyle oluşun tam hali sevgiyi içerebilir.”
Çünkü dışarıda hiçbir şey yok! TAM bir bilinçte sevebiliyor musun? işte o zaman AŞK’tasın.
Aşk’ta, aşk’la kal!
Bana yaşatan, anlatan tüm ‘oyun’ arkadaşlarıma bu vesile ile teşekkür ediyorum. Beni birden alıp bine bölen ve sonra birleştiren tüm oyun arkadaşlarıma,
Yazan: Güler Pınarbaşı
* Stefano D’Anna
(2006-02-14 yazımdan) 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.