Sorular bin yıllık… cevaplar bin yıllık…
ama yine de tekrarlanmalı… çünkü biz yeniyiz…
***
Eski anlayışımız, kabullerimiz, şablonlarımız, inançlarımız, imgelerimiz dursun isteriz… Eşyalarla dolu bir odada, eşyaları çıkartmadan boşluk isteriz… Eşyaları boşaltmakta direndiğimizden kaybettiğimiz zaman için ise, karşımızdakini suçlarız…
Mümkün değildir midir bu isteklerimiz?
“Zen öğrencileri, dingin bir zihin ve konsantrasyon gerektiren çeşitli çalışmalar yapmaktadırlar. Uzun süren çalışmalar sonucunda ilerlemek ve anlayışı sağlamak ise zordur. Bazıları bırakır. Bazıları dengesini yitirir. Bazıları ise sürekli çalışmalarına devam ederler. Bu çalışmalara tahammül etmek ve zihnin hareketlerine sabır göstermek kolay değildir.
Öğrenci ona verilen koan üzerine derin düşünceye dalar ve meditasyon yapar. Belirli bir süre sonra ustasının karşısına çıkar ve koanın cevabını vermeye çalışır. Ustası cevaptan tatmin olmadığında onu çalışmaya geri gönderir, bazen kovar veya kendine gelmesi için ona vurabilir. Öğrenci geri döner ve çalışmalarına devam eder. Bu süreç gerçekten sabır ve tahammül ister.
Ustanın öğrencisinden memnun olması durumunda ise -ki bunun öğrenci tarafından anlaşılır hiçbir neden yokken olması muhtemeldir-, bir sonraki seviyeye geçilir. Ustanın memnuniyetini gösterme yollarında biri de, öğrencisiyle karşılıklı saki içerek, bunu kutlamaktır.
Birçok öğrenciye olduğu gibi, çalışmaların yoğunluğundan sabrı taşmış ve aklını düzgün kullanma yetisini o an için kaybetmiş bir öğrenci, kendisini daha fazla tutamayarak, hışımla ustasının karşısına çıkar. Elinde tuttuğu bıçağı göstererek:
“Bana hakikati ver… Yoksa seni öldürürüm!” der.
Ustası cevap verir : Sana hakikati verirsem, onu koyacak hiçbir yerin yok…”
***
Dikkatimiz maymun gibi atlarken bir düşünceden bir diğerine…
Hırs ve kendini kaybetmişlik içinde bir rüyadaymışçasına yaşarken…
Dikkatimizi nasıl çekebilir hayat?
“Bir adam, katırının son derece huysuz ve söz dinlemez olması nedeniyle, onu eğitmesi için bir usta çağırır. Usta sonunda görünür. Ağıla girer ve katıra bakar. Katır huysuzlanmaya devam etmektedir. Usta bir anda katırın kafasına öyle ani ve hızlı vurur ki, katır ne olduğunu anlayamadan yere serilir.
Katırın sahibi “Seni katırı eğitmen için tuttum, onu öldürmen için değil” der.
Usta cevap verir : Katırını eğiteceğim. Ama önce onun dikkatini çekmem gerekli…”
(Katır, bizim egomuz ve inatçı zihnimizden başkası değildir hikayede…)
***
Her çiçekten bal alıp, her kitabı okuyup, nesnel bilgileri biriktirip ardından da kendimize göre bir sentez yaparak her şeyi halledeceğimizi düşünürüz… Oysa bu sadece daha güçlü bir ego yaratarak, oyuncaklarla hayatımızı harcama sürecimizi daha da ümitsiz hale getirmez mi? Kendi başımıza yapacağımız herşeyde yine kendi egomuz olmayacak mıdır? Kendimizi kendi yakamızdan tutup havaya kaldıramayacağımızı biliriz de, kendi egomuzu kendi egomuzla ortadan kaldıramayacağımıza inanmayız bir türlü… Bir kuyuyu su çıkana kadar kazmak yerine, yarım kalmış bin çukur açarak su bulmayı umarız…
Yok mudur bir yolu?
“Uzakdoğu dövüş sanatı öğrencisi ustasına gider ve ‘Dövüş sanatları konusundaki bilgimi geliştirmek istiyorum. Bu nedenle bir yandan sizinle çalışırken, bir yandan farklı bir ustadan farklı bir stil öğrenmek istiyorum. Bu konuda ki düşünceniz nedir?’ diye sorar.
‘İki tavşanı kovalayan, hiçbirini yakalayamaz…’ der ustası…”
***
Sağlığımız yerinde ve hayatımız yolundayken şükretmez, ancak bunlar riske girdiğinde değerlerini hatırlarız… Bir şeyin değerini anlamak veya tadını almak için ondan mahrum olmayı beklemek ne kadar mantıklıdır?
“Ormanda yürüyen adam, karşısına çıkan kaplanı gördüğünde korkuyla kaçmaya başlar. Kaplan tüm hızı ve çevikliğiyle adamı kovalamakta, ona gittikçe yaklaşmaktadır. En sonunda adam bir uçurumun kenarına gelir. Kaplan tek kaçış yönünü kapatmış, ağır ağır yaklaşmaya başlamıştır. Adam arkasına bakar ve çaresiz bir şekilde, uçurumdan aşağı sarkan, kalın bir böğürtlen köküne tutunarak, kendini aşağıya sarkıtır. Kaplan yüksek uçurumun tepesinden adamı izlemektedir. Tüm bunların üzerine, iki fare topraktaki yuvalarından çıkarak böğürtlenin kökünü kemirmeye başlarlar. Kök yavaş yavaş yerinden çıkmaya başlar. Tüm umutsuzluğun ve karmaşanın ortasında adamın gözüne tutunduğu dalda bulunan yabani böğürtlen ilişir. Böğürtleni koparır ve ağzına atar. Tadı o kadar güzel gelir ki böğürtlenin…”
Çağrı Dörter
cdorter@gmail.com
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.