Ropörtaj: Güler Pınarbaşı
Çalışan kişiler için yaşamının üçte biri ofiste geçiyor. Sevdiğin işi yapabilmek ya da elindeki işini severek yapmak çalışma hayatında büyük şans. İşini seçmek ve sevmek kişide bitiyor. Sevmiyorsan işini değiştirebilirsin ama sevdiğin işi, sevdiğin bir yerde ve sevdiğin insanlarla birlikte yapabilmek ise onların işi. Onlar kim? İşte bu fikrin peşinden giderek, Mutlu Ofis ve Yaşayan Ofis kavramlarını sahiplenen; Sev, üret, ilham ver sloganıyla ilerleyen bir çalışma alanı; Kolektif House. Şişhane, Sanayii ve Haziran ayında da Levent’de açılan bu keyifli iş ortamlarında çalışmak işi zevke dönüştürüyor.
“Herkes iyi olduğu işine odaklansın ofis yönetiminiz bizde” diyorlar. Kiracılık kavramının ‘ÜYE’ olarak tanımlandığı bu iş fikrinde üyeler arası iş ağı oluşturarak üretkenliğe destek oluyorlar. Temel iş; üyenin bütün ofis ihtiyaçları karşılamak. Birlikte yapılabilecek birçok şeye kafa yoruyorlar. İçeriye ve dışarıya açık etkinlikleri var. “Burada severek işini yapan, yaptığını paylaşmak isteyen, üretmek isteyen herkes aslında bu kolektifliğin anlatımına giriyor” diyen fikrin kurucu ortağı Ahmet Onur ile daha fazlasını öğreniyoruz.
Genç bir girişimcisiniz. Amerika’da girişimcilik okumak mı yönlendirdi sizi, yoksa küçük yaşta da fark ettiniz mi girişimci ruhunuzu?
Girişimciden ziyade her zaman sosyal biri oldum. Bunun girişimciliğe bir faydası olduğunu düşünüyorum. Her zaman atılgan olup, ilişki kurmak, insan ilişkileri, bence girişimcilikte çok üstün olması gereken özelliklerden bir tanesi. Risk almak, birazcık deneyimlemeye olan açlık, yeniliğe olan iştah, yenilikten korkmamak… Bunlara baktığında o kadar küçük yaşa inersek, bence de girişimciliğe evrilen huylarım oldu. O yaşta girişimcilik ruhuyla biz de etiketler, şunu bunu satmaya başladık. Küçük bir esnaflık durumu da vardı ilkokulda. Onlardan bir tanesi de bendim, ticarete kafa yoran. Pratiktim, çok fazla teori de takılmadım. Çok az kitap okudum gençliğimde. Her zaman sosyalliğim üzerine ilerledim. Spor hayatım da her vardı ve bazı başarılarım da oldu.
İlk iş tecrübem üniversite dördüncü sınıfta ilk şirketimi kurarak başladı. Çin’den Türkiye’ye ampul getirip satmaya çalışıyordum. İkinci şirketimi üniversiteden mezun olurken kurdum. İki şirketi yürütürken aile şirketinde bir pozisyon daha üstlendim. Bir ara üç iş yönetilmeyeceğini gördük. Hepsini teker teker kapattık. Sonra ben de araya bir boşluk koydum. O gereksiz hırs ve enerji kaybını önlemek adına. Bu süreç içinde kendimce bir farkındalığıma ulaştım. Ondan sonra Kolektif House konseptiyle ortaklarım Yiğit Orhan ve Civan Orhan ile beraber tohumunu ekmiş, bu işi kurmuş olduk.
Bence insan tutkusunun arkasına doğru emeği koyduğunda, kafasına koyduğu işleri yapabiliyor, oldurabiliyor. Sufiler der ya; ol, dedim oldu. (Kun fe Yekün) Bunun bence bir tarifi var. Bu da çok çalışmak, işini tutkuyla yaptığından emin olmak ki, sen enerjini veriyorsun ve evrenden enerji bekliyorsun. Doğru enerjiyi vereceksin ki, güzel enerji geri gelecek. Bunu şimdiye kadar farkında olmadan yapmışız, şu anda farkında olarak bunu şirket kültürü haline getirmeye çalışıyoruz.
Bu fikrin doğuşu nasıl oldu? Fikir sizindi de onlar ortak mı oldu; yatırımcı mı arıyordunuz?
Bu fikrin doğuşu genel ihtiyaçtan oluştu. Arkadaşlarımın ofise ihtiyacı varken benim de, o zaman bir iş yapmaya ihtiyacım vardı. Biz yatırım alırız güdüsüyle diye kurmadık bu işi. Bu fikir yoktu kafamızda. Ofis kiralama ihtiyacımızı nasıl yaparız diye düşünürken bu fikirde evrildik. Ama bu dükkanı açmadan önce ortak çalışma alanları (coworkings space) diye şey olduğunu öğrenmiştik. Ama açma fikri oluştuğunda bilmiyorduk; böyle bir konsept var, trendmiş, yayılıyormuş, buradan para çıkartırız diye bir düşünceyle kurulmadı. Bence bu yüzden de böyle ruhu zengin bir alt yapımız var. Sonra iş kafamız da olduğu için trendi gördük, teşhisi koyduk, ismini verdik, bir iş modelini yarattık ve yatırımını da aldık bu süreçte. Bizim orada bilgi akışımızla sürecin doğal gelişmesinden oluşan bir noktadayız şimdi.
Siz de yeni nesil bir girişimci olarak 3.dalga iş modeli diye bir tanımladığınız bu iş fikrinde yeni nesli nasıl tanımlıyorsunuz, nasıl düşünüyor, beklentisi ne?
Bu dönemde yeni neslin girişimcilik ruhunun daha fazla ön plana çıktığını görüyoruz. Girişimcilik ruhu her zaman vardı. 10 yıl önce üniversiteden çıkarken gençlerin kafasında daha fazla bir kuruma girmek seçeneği vardı. Çok az insan ben kendi işimi yapacağım diyordu. İş dünyasında 5- 10-15 yıl geçince, belli birikimleri elde ettikten sonra kendi işlerini kurmayı düşünüyorlardı. Ama şimdi yeni nesil gençlere bakınca; benim gibi 90’lı, 89’lu, hatta daha küçük 92’li üniversiteden yeni mezun gençler; çok daha cesur, çok daha girişimci, belki borç alabilecek iş kurmaya, hayalinin peşinde koşmaya daha yatkınlar. Ve bence bu nesli ayıran önemli Bir özellik, çok daha yaratıcılar.
Bence sağ beynin birazcık daha büyüdüğü bir dönemdeyiz. Matematiksel değil, rasyonel değil, birazcık daha duygusal bakılıyor şu anda konulara. Farkındalıkla alakalı her türlü sektöründe büyümesi bence bunun göstergesi. Bizim gibi paylaşım ekonomisi üzerine kurulan modellerin de büyümesi de buna bir gösterge. Yabancılık hissi de kırılmış durumda. Millet milletin arabasına rahatlıkla binebiliyor. Bunu babalarımıza, büyükbabalarımıza anlatsak anlayacakları şeyler değil. Demek ki o yabancılık dediğimiz insani boyutta da belli bir değişikliklere uğramış.
Ülkenin ve Dünya’nın durumuna bakarsak şu an bir güven sorunu var. Yeni nesil bu güven sorununa pek katılmıyor mu; hepimiz biriz, bütünüz anlayışı daha mı ön planda?
Kesinlikle. Yoksa Türkiye’nin şu ortamında bu zamanda böyle bir işe girilmezdi. Biz ciddi bir yatırım yaptık buraya. Belki de yanılacağız, bilemeyiz. Bizim oynadığımız kumar belki. Ama bizim model krize yatkın bir model. Paylaşım ekonomisi hep kriz dönemlerinde çıkmıştır. Güven konusu çok politik bir konu. Kendimizden başka kime karşı güvendeyiz ki? Terör var, kayıplarımız var, karmaşa var. Çok üzgünüz, çok acı var ama bunların olmadığı döneme baktığımızda günlük insan kaybı sayısı, bunun nedenleri, bizim bireysel olarak sorumluluklarımız hep vardı… Evet, kriz dönemindeyiz şu anda ama kriz dönemi her zaman var, sadece nerede ve nasıl olduğu değişiyor.
Kafanıza koyduğunuz her şeyi yapmışsınız. Hep böyle mi geçti, aileniz hep destekledi mi?
Hep böyle geçti. Ailem de beni her zaman destekledi. Bence insan tutkusunun arkasına doğru emeği koyduğunda, kafasına koyduğu işleri yapabiliyor, oldurabiliyor. Sufiler der ya; ol, dedim oldu. (Kun fe Yekün) Bunun bence bir tarifi var. Bu da çok çalışmak, işini tutkuyla yaptığından emin olmak ki, sen enerjini veriyorsun ve evrenden enerji bekliyorsun. Doğru enerjiyi vereceksin ki, güzel enerji geri gelecek. Bunu şimdiye kadar farkında olmadan yapmışız, şu anda farkında olarak bunu şirket kültürü haline getirmeye çalışıyoruz.
Bu iş modelinde üyelerin aynı zamanda iş ortağı olabileceği bir alan diye düşünebilir miyiz?
Bu aslında şöyle; biz bir proje üretiyoruz ve onları ortak ediyoruz. Şu anda böyle işliyor. Biz oturup masada üyelerimizle ne yapsak? diye düşünmüyoruz. Ama ortak projeler üretiliyor; buradaki serbest çalışanlarla iş yapıyoruz, yeni başlayanlara iş veriyoruz. Yatırımcıyla diğer yeni başlangıç yapanların tanışmalarını sağlıyoruz. Sinerji yaratıyoruz. Buradaki üyelerimizin aynı zamanda birbirleriyle iş ortağı olma ihtimali yüksek bir ortam yaratıyoruz.
En kullanışlı ortam ve fayda yaratırken neydi düşünce önceliğiniz?
Ofiste ihtiyacınız olan her şey var. Mimariden, deneyime, deneyimden hizmetlerimize, tüm servislerimize, ekibimizin güler yüzüne… Her konuyu detaylı bir şekilde ele alıyoruz. Mekana girdiğinizde karşılamadan; süreç boyunca verdiğimiz gerekli her türlü desteğe. Üyelerimizin bize ne kadar kolay ulaşabileceklerini bilmeleri, ofiste ihtiyaç olan her şeyin burada olmasını sağlamak amacımız. En önemli faydamız ise bu çalışma ortamında motivasyonu yüksek tutmak.
Şimdi Y neslinin daha girişimci bir ruha sahip olduğunu düşünürsek ve siz de, onlar için bir ortam yarattınız, girişimci ruhu destekliyorsunuz. Peki bu işlerde kim çalışacak X neslinin mensupları mı?
Bugün bunun konusu geçiyordu. Bizim ekibimiz nasıl olacak? Ekibimizin hepsi Y neslinden ve yönetim yapısı zor olan bir ekip. Bence buradaki marifet Y ile X nesli arasında doğru ilişki kurabilen, biraz X gibi bakıp Y gibi ilerleyebilen iki kültür arasında bir bağlantı olmalı. Bunun alt yapısını kurmak. Bu gençlerin cesareti çok avantajlı, enerji yüksek ama riskleri de büyük. İşler de büyüdüğünde sadece gençlerle yapmak zorlaşıyor. Tecrübe de gerekiyor, hayat bilgisi gerekiyor. Bu yüzden bence marifet burada iki grubu ayrı tutmak değil ikisi arasında güzel bağlantılar kurabilmek.
Şişhane, Sanayi ve Levent olmak üzere bir iş modeli ortaya koydunuz, iş planınız belli. Nihai hedeflerinize ulaştınız ve bunu mu kopyalıyorsunuz?
Kopyalama konusunda başarılı değiliz. Her defasında üzerine bir kaç taş daha koyduğumuz görülüyor. Şimdi nihai hedefimiz mevcut olan mekanları ve mevcut operasyonu en iyi şekilde yönetebilmek. Şirket kültürünü oluşturmak. Çünkü bir buçuk yıl da 3-4 kişiden 25 çalışana dayandık. Bu hızlı görülebilecek bir büyüme. Şimdi bunu oturtmak önemli. Onun hazırlığını yapmaya çalışıyoruz. Operasyonu iyi yönetmek önceliğimizdeki konu. Sonrasında işi büyütmek var, bu finansal bir konu. Aklımızda bazı projeler var. Ekibimizin ihtiyaçlarını tamamlamak var. Üyelerimizi 10 üzerinden 15 mutlu etmek önemli. Mutlu Ofis felsefesi olarak sahiplendiğimiz bu kültürü yeşertmek önemli. Ondan sonra büyüme planlarını gündeme alacağız.