Nepal’de, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine alınmış dört yer bulunur. Bunlardan ilk ikisi, Everest Dağının bulunduğu Sagarmatha ile ülkenin güneyindeki Royal Chitwan Ulusal Parkları, üçüncüsü budizmin kurucusu Sidarta Buda’nın doğum yeri olan Lumbini köyü, dördüncüsü de bir kültürel miras olan Katmandu Vadisidir. Vadideki yirmi kilometrelik bir alanda yer alan Katmandu, Patan ve Baktapur şehirlerinin Durbar bölgeleri, Swayambunath ve Buddhanath Stupaları, Pashupatinath Tapınağı birer kültürel miras olarak korumaya alınmıştır. Gezimin Katmandu ayağında bir günümü bu en kutsal tapınakları dolaşmaya ayırıyorum.

Thamel 

Gezginlerin konakladığı Thamel bölgesinden kiraladığım bir taksi ile ilk önce Swayambunath’a (Monkey Temple) gidiyorum. Girişteki heykelli alanı geçerken gözlerim sağ tarafta sundurmanın altındaki bayana takılıyor. Pembe sariler içindeki genç bayan, önündeki tepsinin üzerine konmuş onlarca metal kandili yakmakla uğraşıyor. Sıralar halindeki ateş dizinlerinin yarattığı görselliğin havadaki yağ kokusuyla harmanlanarak oluşturduğu mistik atmosfer, farklı bir dünyanın eşiğinde olduğumu hissettiriyor bir an. 

Swayambhunath, Hindular, Kuzey Nepal ve Tibet’te yaşayan Vajrayana Budistleri ve Güney Nepal’de yaşayan Newari Budistleri için çok kutsal bir yerdir. Her sabah şafaktan önce, yüzlerce hacı tepeye kadar 365 basamağı tırmanıp girişi koruyan iki aslanı geçerek stupanın etrafını saat yelkovanı yönünde defalarca dönerken dua çarklarını çevirerek Evrene sevgi dileklerini gönderirler.

Merdiven basamaklarını ağır ağır tırmanmaya başlıyorum. Tepeye yaklaştıkça basamaklar daha da dikleşip nefessiz bırakıyor. Nihayet ağaçlarla kaplı tepenin zirvesindeyim. Altından kulesiyle Swayambhunath çok eski ve esrarengiz bir yer olduğunu anlatmaya çalışıyor gibi.

Dev stupa kulesinin dört yanına çizilmiş renkli gözlerin bakışlarını, rüzgarda uçuşan renkli dua bayraklarının arasından yakalıyorum. Buda’nın her şeyi gören gözleri, Tanrı’dan hiçbir şeyin saklanamayacağını yoğun bir biçimde hissettiriyor kendisini izleyenlere. Nirvana’yı  yani son kurtuluşu sembolize eden kuledeki altın kaplı onüç yüzüğe takılıyor gözlerim. Yapı, sanki budist öğretinin anlatıldığı bir okul.   

Stupanın kökeni, Budizmin Katmandu vadisine gelişinden çok önceye dayanmakta. Eski bir söylence, bir zamanlar Katmandu vadisini saran büyük gölde açmış, mucizevi bir nilüfer (Lotus) çiçeğini anlatır. Lotus, gizemli bir şekilde parlak bir ışık yayar ve buraya “Kendisi Yaratan ya da Kendiliğinden Olan” anlamına gelen Swayambhu denilir. Bir çok kutsal kişi, bilge ve tanrılar, akıl ve bilgelik bağışlama gücü nedeniyle bu mucizevi ışığa tapınmak için bu göle gelirler. Çin’deki kutsal Wu Tai Shan dağında meditasyon yapmakta olan Bodhisatva Manjushri adlı kişi, göz kamaştırıcı Swayambhu ışığını rüyasında görünce, Çin ve Tibet dağları üzerinden mavi aslanıyla uçarak lotusa ibadet etmek için gelir. Yayılan ışığın gücünden çok etkilenen Manjushri, eğer gölün suyu kurursa, Swayambhu’nun insan hacılar için daha kolay ulaşılabilir olacağını düşünür. Manjushri, büyük bir kılıçla gölü çevreleyen dağlarda bir oluk açar. Su, oluktan akarak günümüzün Katmandu’su olan vadiyi terk eder. Lotus ta bir tepeye dönüşür ve ışığı da Swayabhunath Tapınağı olur.

Dört ana elementi, yani toprak, ateş, rüzgar ve su elementlerini temsil eden tepeden Katmandu’nun manzarası harika. Bu uzun gezide görmek istediğim yerlerden birinde olabilmenin mutluluğunu yaşadığım özel bir şükran anı. 

Stupanın etrafındaki küçük tapınakları dolaşıyorum uzun uzun. Yakılan mumları, döndürülen dua çarklarının etrafındaki devinimi, bana çok farklı gelen ritüelleri izliyorum. Çekik gözlü Tibetli bir genç kız, kıyafetleri ile sıradışılığını hemen hissettiriyor. Geleneksel giysisi, Nepalli kadınların sarilerinden oldukça farklı. Fotograf çekme isteğime gülümseyerek karşılık veriyor.

İkinci durağım, Katmandu’nun beş kilometre kadar kuzeydoğusundaki dünyadaki en kutsal ve en büyük hindu tapınaklarından biri olan Pashupatinath. 

Manastır, inanılmaz güzellikteki iki katlı altın tapınağı, dört adet, üç bölümlü, gümüş giriş kapılarıyla Nepal tarzı tapınak mimarisinin eşsiz örneklerinden biri. İki katlı pagoda, kutsal bir lingam ya da Tanrı Şiva’nın kutsal erkeklik organı sembolüne ev sahipliği yapmakta. Geniş bir alana yayılmış tapınağa sadece Hindu olanlar girebiliyor. Turistler, komplekse yukarıdan göz atmak için nehrin öbür tarafındaki terasa çıkmak zorunda. Shivaratri festivali boyunca (şubat-mart aylarında yapılıyor), çoğu Hindistan’dan gelen onbinlerce hacı, tapınağı ziyaret eder ve seremoni ateşleri yakar.

Hindistan’daki hinduların kutsal kenti Varanasi’de Ganj Nehri kıyısında yapılan ölü yakma törenlerinde fotograf çekilmesine müsade edilmez ama burada böyle bir kısıtlama yok. Nehrin öteki tarafındaki terasa çıktığımda karşı taraftaki tapınak kompleksini, nehir kıyısındaki merdivenleri kolayca görebiliyorum. İyice yanmış bir cesetten arta kalanlar var. Küller, portakal renkli giysiler içerisindeki yaşlı bir rahip tarafından toparlanarak ağır ağır kutsal Bagmati Nehrinin sularına dökülüyor. Ruhtan sonra bedenin de dünyayı terk edişi sırasında, etrafında sessiz, hüzünlü bir kalabalık bekleşiyor. Belli ki ölenin yakınları.

Son durağım,

Khasti olarak ta bilinen, Milattan Sonra 5nci yüzyıl civarında inşaa edilen, dünyanın en büyük stupalarından biri olan Bouddhanath Stupa. Himalayalardaki en eski ve en büyük Budist anıtı. Eşsiz bir görünüme sahip bu müthiş anıt, bir sekizgen mandala şekinde tasarlanmış. En dış dairenin duvarlarındaki oyuklara yerleştirilen 108 adet Buda imgesi ve yüzlerce dua çarkı, bu dev yapıyı daha şaşırtıcı kılıyor. Mekke, müslümanlar için ne kadar önemliyse, Boudhanath Stupası da Tibetli Budistler için o derecede önemli bir yer. 

Bu üç kutsal yerden sonra Katmandu tepelerindeki bir budist manastırına misafir olup bir tür inziva denilebilecek bir dönemde, sakinliği ve huzuru yaşamanın kazandıracaklarını düşünmek bile heyecan veriyordu. Manastırda geçirdiğim günlerden geriye kalan en önemli sloganın, bizlere kazandırılmak istenen en önemli şeyin, “don’t create sankara” olduğu aklıma geliyor. Sankara, sanskritçede her türlü negatif eylem, düşünce, hatta havaya bırakılan negatif soluk anlamına gelen bir kelime. Bir insan olarak hepimizin kesin olarak kaçınması gereken şey, “ne yaparsak yapalım asla sankara yaratmamak”. Bu mentalite, gezimin ve yaşamımın bundan sonraki bölümünde, içsel dinamiklerimde ciddi bir değişim getirecek, basit ama önemli bir Nepal hatırası oluveriyor. 

Faruk Budak

 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.