Hepimiz çocukluğumuzda ‘gerçeklik’ olarak sunulan sahne nezaketinin yerine gerçeği soracak kadar cesur olanların kaderi olan dışlanmaktan korktuğumuz için oto-sansürü deneyimlemişizdir. Bu durum ciddi anlamda varlığımızı etkileyip, tüm fiziksel, duygusal ve zihinsel hastalıklar cennet gibi görünen ancak bizlere dayatılmış olan ‘yeryüzündeki cehennem’in meyveleridir.
Nalan ve Nicolas Lecerf
Kendi fikirlerini tezahür ettiren bir insan çok nadir bulunur. Böyle bir kişi o kadar çok zorluk ve baskıyla başa çıkmak durumunda kalmıştır ki, neden birçoğunun vazgeçtiğini ve sadece etrafta bulunan hegemonik kültür tarafından tesir edilmiş görüşleri dile getirdiğini anlayabiliyoruz. İnanılmaz bir çeşitlilik içerisinde doğduk, yine de tekdüzeliğin ve kendini beğenmişliğin o gri kalabalığında göze çarpan ‘bireyleri’ (bölünemez biri) görmek nadirdir.
İçinde yaşadığımız toplumda kontrol hâkimdir; azı çoğunluğu kontrol eder. Açgözlülük hedeflenir ve toplumlarımızın tüm düzenlemesi onu bu şekilde devam ettirmek üzere kuruludur. İçindeki ‘kültürler’ ‘vaat edilmiş toprağın’ cila ve parıltısından kaçan ve zaman zaman yükselen arızalı anormallikleri sorgulamamızdan alıkoyan baskıcı bir tophaneyi yaramazca saklar. Hepimiz çocukluğumuzda ‘gerçeklik’ olarak sunulan sahne nezaketinin yerine gerçeği soracak kadar cesur olanların kaderi olan dışlanmaktan korktuğumuz için oto-sansürü deneyimlemişizdir. Bu durum ciddi anlamda varlığımızı etkileyip, tüm fiziksel, duygusal ve zihinsel hastalıklar cennet gibi görünen ancak bizlere dayatılmış olan ‘yeryüzündeki cehennem’in meyveleridir.
Her şeyi örtüp lekeleyen devasal bir gölgeyle dünyamızı saran bu zehirli korkuyu nesilden nesile aktarırız. Artık kendi kendimize dayattığımız ‘varlığın apatisi’nden uyanmak ağrı ve ızdırabı beraberinde getirir. Ancak ‘kendini unutma’ haline geri sürüklenme eylemine herkes başarıyla karşı koyamaz. Toplumun tedbiri işte bu kadar verimli olup, toplum güçlerini o kadar kıskanır. Onları ‘distopya’ bağlantılı yazılarımızda uzun uzun ele aldığımızdan burada tekrar tarif etmemiz gerekmez. Baskıcı sistemin hayatımızın tüm alanlarında var olduğunu, tüm hareket ve düşüncelerimizi izlediğini ve onlara ‘mükemmel vatandaşın meşru hayatı ve görevleri’nin ihlali gibi gelen her şeye zekice vurmaya hazır olduğunu söyleyelim.
‘Uyanışa çağrı’ yaşamlarımızın normal akışında meydana gelen ‘kazalar’ sakin ve görünmez güçten düşen düzenlemeleri bozduklarında, hepimiz için farklı zaman veya dönemlerde hayatımıza girer. Hastalık korkusu, doğal bir sonucu olan ölüm, yalnız kalma ve sevilmeme korkusu. Her biri hayatlarını sorgulamayı öğrenenlerin (öğrenilmesi gerekir, bir kullanıcı kılavuzuyla sonuca varılmaz) ve ‘kitlelerin cenneti’nin ağır uykusuna dönmeyen ve bu uyanışı istikrarlı kılabilen en şanslı olanların ‘gözünü açar’. Uyanış, yanlışlıkla sanıldığı gibi bir hedef olmayıp, daha kapsamlı bir sürecin parçasıdır: İnisiyasyon.
İnisiyason Latince’de başlamak anlamına gelen ‘initiare’den gelir. Bir kapı açılır ve bize içinde yaşadığımız dünyanın karşısında yer alan olasılıklar dünyasını gösterir – Poe’nin şiirinde ‘Karga’ ‘asla!’ dediği gibi burada ‘imkânsız!’ denir. Bu noktaya değişim arzumuzla getirildik, ancak bunun için egemenliğini kaybetmekten korkan azgın egolarımızın direçlerinin üstesinden gelmeyi mümkün kılan GERÇEK çalışmaya ihtiyaç duyulur.
Dengesizliğin hâkim olduğu bu dönem geçicidir ve farkındalık ile öz-gözlemin daimi çalışmasıyla beslenmesi gerekir. Ortak bir hedefe sahip olmayan ve üç bedenimizin tüm seviyelerin egemenliği için çabalayan parçalardan, egolardan, oluştuğumuzu keşfederiz. Disiplin ve düzenli egzersizler içimizde bulunan ve mizaçlarımızı, onların sabırsızlığını, dengesizliğini ve odaklanma yetersizliğini sulayan bir havuzu besler. Yaşamın tüm alanlarında bize öğretilen ve hegemonik çoğunluğunun harici ve asılsız görüşlerini dayatan yaşamın karşısında yer alan bir ‘öz-keşif’ yolculuğudur.
Yolculuk içsel ve bireyseldir, çünkü hepimiz farklı ve eşsiz doğmuşuzdur. İnisiyasyon başkalarıyla yapılan peripatetik bir aynalama diyaloğu gibidir. Bireysel deneyimlerin paylaşıldığı bu diyalog görünenin ötesinde olan hayatla ilgili keşfettiklerimizi gerçekten ne kadar bildiğimize dair bir anlayış kazandırır. Kendimiz ve başkalarıyla anlam yaratmak hermetik öğretinin özüdür. Devamında her birimiz bütünlüğünü, büyük resmin içindeki resmini, bireysel ruhsal planını keşfeder. Kişisel gelişimden toplumsal gelişime giden doğal bir yolculuktur. Ancak bundan hala çok uzağız, hala asıl çalışmanın yapılması gerekiyor, o da istikrarlı dengemizi bulmaktır.
Gurdjieff’in dediği gibi bu doğru bir bilim olup, doğru bir yöntem ve doğru bir dil kullanılır. Adım adım iç dünyamızın derinliklerine götürülürüz, orada sevilmeye ve şifaya ihtiyaç duyan bereli parçaları görürüz, bizlere onların başlıca amaçları gösterilir. Şimdi her bir parça yeni farkındalığa hizmet eder, başarılı ve heyecan verici bir dinamizmin, hedefin ve vizyonun içinde yer alır.
Çalışma kusurlarımızı kabul etmekten, bağışıklık sistemimizi zayıflatma ve bilinen tüm hastalıkların doğal olmayan gelişimi gibi üzerimizde bıraktıkları etkileri incelemekten geçer. Onların farkında olmayı ancak onlarla özdeşleşmemeyi öğreniriz ve üç bedenimizi ele geçirerek bizi zehirlemelerine izin vermeyiz: Genellikle zihinde oluşurlar, sonrasında eterik ve duygusal bedene sessizce yaklaşırlar ta ki zavallı fiziksel bedene zarar verene kadar. ‘Eğitim’ sistemimiz bize tabii ki farklı bir hikâye anlatır, kasten sonuçlar nedenlere dönüştürülür, farkına varmamamız için gerçek nedenler gölgede bırakılır.
İnisiyason her şeyi değiştirir, işleyişimizle ilgili anlayış geliştikçe neden sonuç ilişkilerini daha iyi anlar, tüm hastalıkların genetik, biyolojik ve kimyasal dengesizliklerden geldiğini kibirle bahane eden sahte yalanlara kulak asmayız. Bu yalanlar gerçek resmin kaba ve canice indirgenmesidir! İnisiyason YAŞAMIN bilimidir, bedenlerimizi doğru bir şekilde anlayarak, onlarla yaşayarak sağlığımızı yeniden yapılandırmayı öğrendiğimiz evrensel bir ilaçtır.
Kusurlar o zaman karşılarında yer alan niteliklerle birleşir ve bu özümüzde yer alan ikiliğin gerçek dansı olup, yaratıcı eyleme geçme halidir! Bu merküre ait değneyin etrafında dans eden iki yılan tarafından sembolize edilir. Bu klasik hermetik öğretinini özüdür.
Bu genellikle onun farkında olmayan, dikkatsiz davranan ve arayışta olanların çoğu tarafından kaçırılan bir noktadır. Onlar harici mallerın arayışında kendilerini haince kaybederler. Bu üzücü durum sürekli olarak her şeyin özünün dışında kalmalarına yol açar, lanetlenirler, doğal olmayan şişmiş bir ego geliştirirler, bu doyumsuz sahip olma dünyasında her daim dengesiz ve tatminsiz olurlar. Maalesef onlar güzel dünyamızı parazitlip daha önce uzun uzun tarif ettiğimiz kıskanç ve öfkeli üstadlara hizmet eden gerçek enerji vampirleridir.
Bu nokta kişisel gelişimden toplumsal gelişime geçiş yaptığımız doğal sıçrama tahtası, yüzeysel anlamın ötesine gitmeden organize dinlerin kutsal metinlerinde tarif edilen ‘dar kapı’dır. Hayatın içindeki zıtlıkların dansı bir denge oluşturur, sağlığımızı yeniden yapılandıran, hatta büyük ölçüde iyileştiren yaratıcı ve canlandırıcı bir alan yaratır! Bu ‘bize özgü, bireysel erdemimizin uyanışıdır’, kusur ve niteliklerin harmanlanmasından doğan meyve, gelişimimizin doruk noktası, zirvesidir. Bu harman uyanık, cilalanmış ve yeniden yapılandırmış içsel imgemize, ruhsal planımıza erişmemizi sağlar.
O zaman eşsiz ve bireysel erdemimizi şükranlık duygusuyla Evren’e parlak bir ışık gibi topluluklarımıza hizmet ederek geri yansıtabiliriz. Sevinçle diğer istikrar sahibi ve yararlı bireylerle yeryüzündeki ve ötesine varan varoluş bilincini sevgi ve bilgeliğin görkemli ve çok katmanlı ziyafetiyle genişletebiliriz.
İnisiyason bizi yara almış, ölümlü yaratıklar olarak alıp kaybedilmiş İNSANLIĞIMIZLA kavuşturur.
Yazı: Nalan ve Nicolas Lecerf,