Yazı: Krishnananda

 

Ben küçükken annem ve babam farklı erkeklerden söz ederken onların “mensch” olduğunu veya olmadığını söylerlerdi. Bu sözcük Yidiştir (İbraniceyle karışık Alman lehçesi) ve anlamı Almanca’da kullanılan aynı sözcükten çok daha kapsamlıdır. Bu aklıselim, sorumluluk sahibi, verici, şefkatli ve merhametli erkek anlamına gelir.

 

Erkekler olarak bizler “mensch” olma veya bilinçsiz kalma potansiyellerine sahibiz. Bilinçaltımızda rahatlıkla narsisistik, rekabetçi, duyarsız, açgözlü, küstah, agresif ve hatta özellikle tehdit edildiğimizi hissettiğimizde veya istediğimizi elde edemediğimizde şiddet eğilimli bireylere dönüşebiliriz. Ya da diğer yöne sapar ve çöker, suçluluk ve korkuyla erkek enerjimizi inkar ederiz. Bilinçaltında ya ego, güç, seks ve başarıyı saplantı haline getirir ya da yolumuzu kaybeder, amaçsızca ilerleriz.

 

Bilinçsiz yaşamak ya da bir “mensch” olmak bizim elimizdedir.

Ve benim gördüğüm kadarıyla, “mensch” olmayı öğrenmenin en etkili yollarından biri, bir kadınla bağlı, derin, teke tek bir ilişki içinde olmaktır. (Bunun derin yakınlık içeren aynı cinsiyet ilişkilerinde de geçerli olduğunu vurgulamak isterim. Dinamikler aynıdır.)

 

Neden mi? Çünkü bu, dişil enerjiyi öğrenmenin ve onu kendinize entegre etmenin en iyi yolu olabilir. Bu bizi bilinçli bir şekilde ıstırabı, hasarı ve erkek enerjisinde yaşamanın kısıtlamalarını anlayıp hissetmeye zorluyor.

 

Amana ile sürdürdüğümüz 19 yıllık ilişkimizde, ben sürekli dinlemenin, yavaşlamanın, kısıtlamalarımı görüp kabullenmenin, körü körüne hırsın yavanlığını tanımanın, daha esnek olup tepkisellliği azaltmanın ve her anlamda hayata karşı daha savunmasız ve açık olmanın ne anlama geldiğini öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. Dünyayı ve insanları onun gözünden, duyarlı bir kadının gözünden görme şansı yakalıyorum.

 

Bu yola çıkmak için, bana yardımcı olan birkaç anlayışı sizinle paylaşmak isterim.

 

Yakın bir ilişkide, fark edilmediği ve iyileştirilmediği takdirde bizi bilinçaltına mahkum eden iki temel yarayla yüzleşmek zorunda kalırız. Bu iki yarayla baş etmek de farkındalıksız bir ilişkiden bilinçli bir ilişkiye geçmişimizi sağlar. Bunlardan ilki kastrasyon yarasıyla yüzleşmek, ikincisiyse terkedilme yarasıyla yüzleşmektir.

 

Bir kadınla kurduğumuz ilişkide, özellikle de derin ve bağlı bir ilişkide, eleştirildiğimiz, kontrolden çıktığımız, kimliğimizi yitirdiğimiz, fikirlerimize karşı çıkıldığını fark ettiğimiz, cinsel anlamda kendimizi yetersiz hissettiğimiz ya da kontrol edildiğimizi, kullanıldığımızı veya yönetildiğimizi hissettiğimiz her an kastrasyon yaramız kolaylıkla tetiklenir.

 

Bu sebepten ötürü, yakınlık kurmaktan kaçınır, “özgürlüğe” olan düşkünlüğümüzü bahane ederek tercihlerimizi haklı göstermeye çalışırız. Oysa genelde bu, kastrasyon yaramızla yüzleşmek istemiyor oluşumuz için bir telafidir.

 

Ayrıca para, güç, imaj, arabalar, silahlar, duyarsız cinsellik, şiddet veya erkek enerjimizi geri planda tutarak bu açığı kapatma yoluna gidebiliriz. Hatta basmakalıp davranışlarımızın büyük bir bölümü dürtüsel olarak bu yarayı hissetmekten kaçınma gayretleridir. Telafi yoluna gittiğimiz sürece, kendimizden ve başka insanlardan kopuk yaşarız.

 

Biz erkeklerin hissetmekten bu kadar korktukları şey nedir?

 

Çaresiz, güçsüz, kuvvetten düşmüş ve daha derin bir seviyede boş hissetme düşüncesi bizi dehşete düşürür. Hayatımızın kontrolünün elimizde olmadığını hissetmek, başarısızlık, küçümsenme, değersizlik ve gereksizlik duyguları bizi korkutur. Kendi agresif enerjimizden korkarız. Bu kastrasyon yarasıdır ve erken yaşlarda erkeğin bir şekilde kendini baskı altında, etkisiz bırakılmış, utandırılmış, aşağılanmış veya küçümsenmiş hissetmesinden kaynaklanır.

 

Güney Fransa’da yaşayan 44 yaşındaki İsveçli özgür ruh Oscar sekiz yıl önce iki haftalık bir tatil için bize katıldı. Sevgiyi Öğrenme Çalışmasının odak noktasının yakınlık olduğunu bilmesine rağmen, bekar hayatını sevdiği ve bir kadınla bağlı, derin bir ilişkiye başlamak gibi bir niyeti olmadığını açıkça belirtti. O seminer bitti ve yıllar sonra Oscar’dan haber aldık. Yakın zamanda bir başka seminere katıldı ve bireysel çalışma için benimle temas kurdu.

 

“Krish, uzun zamandır yakın bir ilişki kurmaktan kaçındığımı biliyorum, ama şimdi hayatımda bir şeylerin eksik olduğunu hissediyorum. Bir kadınla yaşamak ve sevginin ne olduğunu öğrenmek istiyorum. Dürüst olmak gerekirse, çok korkuyorum. Geçmişte yakın bile diyemeyeceğim ilişkilerde kendimi kaybettim. İyi çocuk olduğumda bana öfkelenen kadından çok korkuyorum.”

 

Oscar terapi çalışmasına başladığı dönemde, onun yanına taşınmak isteyen bir kadınla görüşüyordu. O bunu istemiyordu, ama hayır demeye de çekiniyordu.

 

“Bu onu istiyor bile olsa, sen onunla aynı evde yaşamak istemediğini açıkça belirtsen ne olur?” diye sordum.

“Ah, hayır,” dedi. “Ben asla bunu söyleyemem!”

 

Ama söyledi ve kadının bunu anlayışla kabul edebildiğini fark etti. Bu ilişkisinde yavaş yavaş, ayrıca iki çocuğunun annesi, genelde mantıksız ve talepkar olduğunu düşündüğü eski eşiyle olan ilişkisinde, kendi ihtiyaçları ve duyguları konusunda daha net olmayı, gerektiğinde karşı tarafla sınırlarını belirlemeyi öğreniyor.

 

Erkekler olarak bizim bir kadının gücünü kabul etmemiz ve yine de kendi gücümüzü hissetmemiz, inanılmaz bir cesaret ve farkındalık gerektirir. Kendimize, yaratıcılığımıza, bir insan olarak özdeğerimize ve sınır koyma becerimize inanmamız gerekiyor. O zamana kadar, kadının gücünü tehditkar bulmamız doğaldır. Büyük olasılıkla direnecek ve isyan edecek ve/veya onu bizi kontrol etmekle suçlama yolunu seçeceğiz.

 

Amana’yla olan ilişkimde, bu kastrasyon yarasını sürekli keşfetmek, hem onun bu yarayı nasıl tahrik ettiğini hem de nasıl bunun annemle olan ilişkimde meydana geldiğini araştırmak zorunda kaldım. Zamanla, ortaya çıkan duygulardan uzaklaşmaya ve Amana’nın ne annem ne de erkekliğimin bir düşmanı olduğunu görmeye başladım. Şimdi kendimi baskı altında hissetme ve tepki verme eğiliminde gördüğümde gülüyorum. Bu aynı zamanda bana yaratıcılığıma ulaşma ve enerjimi yönlendirmenin yeni yollarını bulma imkanı veriyor.

 

İnsanlarla yaptığımız çalışmalar bana bu yaranın her erkekte çok derin olduğunu ve bununla baş etmek için farkındalığımızı kullanmamız gerektiğini öğretti. Karşılıklı bağlı bir ilişkide, kadının gücünde kusur bulduğumuz ve onu baskıcı olmakla suçladığımız anlar, kendimizi çaresiz, vasıfsız ve boşlukta hissettiğimiz anlardır.

 

Yakınlık aynı zamanda bizi olgunlaşmaya zorlar, çünkü bizi bağımlılığımızla – terk edilme yaramızla – karşı karşıya getirir.

 

59 yaşındaki bir müşterim, Wilfred eşi seks konusunda onun kadar hevesli olmadığında ya da arkadaşları veya diğer aktivitelerle meşgul olup ona onun istediği zamanı ayırmadığında öfkeden delirir. O başarılı bir iş adamıdır ve istediği her şeyi elde etmeye alışkındır. Neyse ki, eşi onun talepleri veya öfkesi karşısında yılmaz. Terapi çalışmasının neticesinde, şimdi Wilfred tüm öfke ve rahatsızlığının terk edilme yarasından, arzu ettiği cinselliği veya ilgiyi görmediğinde kendini yoksun ve boş hissetmesinden kaynaklandığını anlamaya başlıyor.

 

Biz erkekler kabul ettiğimizden çok daha bağımlı ve muhtaç varlıklarız. Ama ne kadar bağımlı olduğumuzu, bir kadınla derin bir ilişki kurana kadar fark etmeyebiliriz. Yakınlık terk edilme yarasını açar, çünkü tüm bağımlılık ihtiyaçlarımızın karşılanacağı umudu ve beklentisi genelde hüsranla son bulur. Farkında olmadan, isteklerimiz karşılanmadığında kolaylıkla tepki verebiliriz. Öte yandan, neyin tetiklendiğinizi bildiğimizde ve içe dönüp o hüsran ve korkuyla yüzleştiğimizde, bu bizi engin bir büyüme, saygınlık ve derinlik yolculuğuna götürür.

 

Amana’yla ilişkimden önce, tam bağımsız bir adamdım. Kendi başıma hayatımı sürdürebileceğime ve hayattaki en büyük tutkularımın işim ve tenis maçlarım olduğuna ikna olmuştum.

 

Sevginin ne olduğuna ve aslında ne kadar bağımlı olduğuma dair hiçbir fikrim yoktu. O zamana kadar birlikte olduğum kadınlar onlara sahip çıkacak bir adam arıyorlardı ve ben bakıcı/bağımsız rolünü rahatlıkla üstlendim. Ama Amana asla ona sahip çıkacak bir adam aramıyor ve aramadı da. Bir şekilde, gizli ihtiyaçlarımın yüzeye çıkmasına olanak veren güçlü ve bağımsız biriyle birlikte olmam gerektiğini hissetmiştim. Bu duygular yüzeye çıktığında, daha derine inebilir ve ardındaki yarayı keşfedebilirdim.

Biz erkekler için bu bağımlılık ihtiyaçlarını keşfetmek pek çok sebepten ötürü korkutucu olabilir.

 

Birincisi, egomuz bundan hoşlanmaz. Kendimizi muhtaç insanlar olarak düşünmekten hoşlanmayız. Ama öyleyiz.

İkincisi, bir kadının bizim yanımızda olmasının ne kadar güçlü bir ihtiyaç olduğunu fark etmek ve arzu ettiğimiz şeyi elde edemediğimizde hüsran veya muhtaçlık hissetmek endişe verici olabilir. Birlikte olduğumuz kadın bize dilediğimiz kadar seks, ilgi, yakınlık veya destek göstermediğinde ne kadar huysuz ve rahatsız davranışlar sergilediğimizi görmek şok edici olabilir.

 

Son olarak, terk edilme yaramızın açılmasının bir parçası olarak, reddedilme veya kaybetme korkumuzla yüzleşmek zorundayız. Aşık olana dek, bu korkuya karşı ne kadar savunmasız olduğumuzu fark edemeyebiliriz. Bir başka adama baksa veya beğendiğini ima etse kıskançlık duyabiliriz. Eve zamanında gelmediğinde, başına bir şey gelmiş olabileceğini düşünüp endişelenebiliriz. Ben bu korkuların hepsini yaşadım ve çok şaşırdım. Hala Amana yanımda olmadan bir seyahate çıktığımda endişeleniyorum, o da aynı şekilde. Kulağa çılgınca geliyor, değil mi? Ama bana kalırsa, sevgi böyle bir şey.

 

Terk edilme yaramız tetiklendiğinde, bu içe dönmek ve tepki vermektense içimizdeki korku ve paniği hissetmek için bir fırsattır. Dikkatli bakarsak, bilinçaltı davranışlarımızın, öfke ve yakınmalarımızın çoğunun, bizim bu korkuyu hissetmek istemiyor oluşumuzla tetiklendiğini anlayabiliriz.

 

Bu makaleye, “bir erkek kendini derin bir ilişkide bir kadına açarak ne öğrenebilir?” diyerek başlamıştım.

Olgun bir insan olmayı öğrenebiliriz.

 

Bilinçaltı erkek davranış ve tutumlarımız genelde içimizdeki korkuları hissetmek istemiyor olmamızla tetiklenir. Bunlar çaresizce aşka ihtiyaç duyma ve kendimizi güçsüz hissetme korkularımızdır. Bu korkuları maskeler, öfke, şiddet, narsisizm ve ego illüzyonuyla örteriz. Yakın bir ilişkinin sürmesi ve derinleşmesi için, bu maskeleri çıkarmayı öğrenmeliyiz. Ve o zaman, benim hayatın nihai armağanlarından biri olduğunu düşündüğüm şeyi, uzun süreli, derin sevgi deneyimini yaşarız.

 

Sevgiler,

Krishnananda ve Amana

(Kaynak: Sevgiyi Öğrenme Gazetesi- Learning Love Institute)

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.