Yazı: Mustafa Emin Palaz

  

İnsan, algılayabildiği bir dünyada yaşar, değil mi?

İster sadece siyah-beyaz olsun âlem, ister harikalar diyarı. Belki insanlar bir toplumdur, belki aynı yerde yaşayan birbirinden bağımsız bireylerdir. Belki herkes çözüm için, süreçleri daha iyiye taşımak için görevlidir belki de her yetki tek bir merciye tahsis edilmiştir.

Nasıl olduğuna inanıyorsak, öyle bir ortamda, öyle bir hayat geçiririz.

Haliyle nasıl bir şey olduğuna inanmıyorsak, öyle bir şey de göremeden göçer gideriz, düz bir mantıkla.

Yaratıcılık da aynı sayılır.

Bu konudaki çalışmalarıyla tanınan Tony Buzan’ın Yaratıcı Zekanın Gücü isimli kitabına göre insanların %99’u yaratıcılığına inanmıyor.

Türk’ün, aklının yetmediğine inanması gibi, İtalyan’ın da, Amerikalı’nın, İngiliz’in, Fransız’ın da aklı yetmiyor yaratıcılığa. Kendisi böyle inanıyor çünkü.

Böyle inandığı için de böyle yaşıyor: tek düze, yenilikten ve farklılıktan uzak, hatta bunlara tepkili!

McGregor isimli bilim insanının “X insanı” teorisine göre, insan denen varlık değişimden korkar, tepkilidir, karşıdır. Oysa “Y insanı” kuramına göre insan değişimi arzular, ancak değişimin getireceklerini bilmediği için ürkek davranır.

Peki biz ürktükçe değişim nasıl gelir?

Ya her şey sabit, monoton devam eder ya da ihtilâller olur, yıkıcı şekilde yaşam bulur.

Çünkü duymuşsunuzdur; değişmeyen tek şeyin değişim olması, herşeyin değişmesi.

Heraklitos’un meşhur savı da bu yönde değil midir: bir insanın bir nehirde iki kez yıkanamayacağı?

Akan su değişir, suyun debisi değişir, taşıdıkları değişir, yıkanan insan değişir, insanın kiri değişir, hücreleri değişir…

Değişimler, dönüşüm doğurduğunda yaratım süreci başlar işte!

Olmayan bir şeyi var etmek de yaratıcılığa girer, olanları farklı şekilde bir araya getirmek de…

Dolayısıyla Mazhar Fuat Özkan üçlüsünün “Gözyaşlarımızı Bitti Mi Sandın?” şarkıları nasıl duygularımızı tetikleyen farklı ezgileri hissettiren bir yaratıcılık örneğiyse, aynı şekilde bir barda sahne alan hoş bir kızın da bu şarkıyı punk edasında söylemesi, eski duygulara yeni duygular katması, yine yaratıcılık olmayacak mıdır?

Süreç aynı süreç. Bir hedef var, o hedefe yönelik çeşitli araçlar var, ezgiler var, kulak var, ses var, çalgılar var.

Kulak demişken yaratıcılığımızı inkar eden arkadaşların es geçtiği bir şeyden bahsetmek istiyorum. Sesi duyar ve algılarız. Ancak sizce, beynimizde ses mi dalgalanıyor? Yoksa o duyulan sesin dönüştürüldüğü elektrik dalgaları mı? Dalga ses dalgasıyken, yeni bir dalga yaratılıyor işittiğimiz her seste.

Yani aslında biz farkında olmasak da seri ve mucizevi bir yaratıcılık sergiliyoruz.

Benzer süreç görme yetisi için de geçerli. Beynimiz devasa bir fotoğraf albümü veya video arşivi değil! Gözümüzün algıladıkları, içeride yeniden yaratım sürecine giriyor.

Çok denedim bu konuda, çok gözlemledim, insanları dinledim. Yaratıcılık bazılarımızda yetenek olabilir, ama aslen bir beceridir. Yani bazılarının yaratıcılığa yönelmesi yüksek olabilir veya bu konuda daha kolay sonuca ulaşabilirler. Ama herkes bu konuda çalışarak başarılı olabilir.

Peki dile bu kadar kolay gelen bir süreç niçin çok niş, sadece elit beyinlerin icra edebileceği bir şeymiş gibi algılanıyor?

Yine başta söylediklerimde yatıyor cevap: nasıl bakıyorsak, öyle algılıyoruz yaratıcılığı da hayatı da.

Eğer monotonsak, mono bir tonda seyir ediyoruz demektir. Mono, tekil, tekli, tek yönlü demektir. Hep mavi tükenmez kalemle yazıyorsak, üstelik yazının mavi tükenmez kalemle yazılmasını bekliyorsak, yeni bir şey yazma, hatta yeni bir şeyle karşılaşma olasılığımız düşük olacaktır.

Tabi şöyle de bir şey var ki tuzak ve handikaptır. Eğer hep farklı kalemle yazmaya çalışıyorsak, kalem değiştirirken savrulan zaman da bir kayıptır, önceki örnekteki yaratıcılık kaybı misali. Çünkü yaratıcılığımızı beslemeye çalışırken, yaratım sürecine ket vuruyoruz bu durumda.

O sebeple, yaratıcılık adına optimum durumumuz ve seviyemiz önemli. Yani farklı açılar yakalayabilme becerisi kadar, bu açıları hayata geçirebilmek de önemli. Bu, yaratıcılık ve yapılabilirsin arasında uygun, optimum bir nokta yakalanmasıdır.

Bundan sonraki ödevimiz de bu seviyeyi artırmaktır ki sadece tecrübe gerekli, zaman gerekli.

Birkaç ihtiyacımız var; farklılık, farklılığı yakalamak ve yapmak.

Farklılık için farklı şeyler denemek gerekir. Örneğin işe farklı yollardan gitmek, farklı insanlarla tanışmak, farklı konularda dergiler karıştırmak, çevremizi ve kendimizi şaşırtıcı, farklı eylemlerde bulunmak, web forumlarında gezinmek, işlerimizi farklı metotlarla yapmak, farklı hayaller kurmak…

Farklılık için farklı şeyler denemek gerekir. Örneğin işe farklı yollardan gitmek, farklı insanlarla tanışmak, farklı konularda dergiler karıştırmak, çevremizi ve kendimizi şaşırtıcı, farklı eylemlerde bulunmak, web forumlarında gezinmek, işlerimizi farklı metotlarla yapmak, farklı hayaller kurmak…

Mazeretleri duyar gibiyim; günümüz şartlarında ancak yaptığımızı yapabiliyoruz, sahip olduğumuz şey zaten sahip olabileceğimizin en iyisi, kurduğumuz hayal bile en gelişmiş vizyonumuzun ürünü. Hâl böyle zorlu ve kısıtlıyken nasıl farklılığı elde edeceğiz?

Deneyin! Vergisi yok, faturası, ödemesi yok! Belki günde birkaç dakika, belki haftada birkaç dakika… Ama deneyin!

Deneye deneye su akacak ve yaratıcılık suyu, aka aka yolunu bulacak.

Pratik çalışmaları, daha bilgi sahibi olmadan nasıl yapacağız peki?

Eğitim, bu bahanenizin cevabı olamaz mı? Yaratıcılık üzerine, yenilik odaklı düşünme becerileri üzerine ve hatta zihin haritalama üzerine benim eğitimlerim olduğu gibi, birçok başarılı eğitmen arkadaşımın da çalışmaları var.

Eğitimler pahalı, ayıracak bütçemiz yok ya da eğitimi finanse edecek sponsorumuz da yok! Ama İbrahim Müteferrika çözmüş bu sorunumuzu; matbaanın icadıyla. Kitaplar var, hem de bir çok.

Kitapları okumaya zamanınız yoksa, yaratıcılık yöneticiliği var. Think thank grupları, beyin fırtınası toplantıları, bireysel veya ekip koçluğu çalışmaları…

Eğer ki…

Eğer her yönden kısıtınız olduğuna inanıyorsanız, süper bir çıkış yolunuz var demektir!

Sadece size özgü, sadece sizin yapabileceğiniz ve başkalarına ilham ve cesaret ve umut saçabilecek güçte. Sakinleşin ve bu yol her ne ise, onu bulun, yapın!

Gördüğünüz gibi tek şeye ihtiyaç kalıyor; bahaneler için harcadığınız yaratıcılığı, yaratıcı becerinizi geliştirmek için değerlendirmeye.

Dileyene ispat edebildiğim bir düşüncem var; herkesin yaratıcı olduğuna inanıyorum!

McGregor isimli bilim insanının “X insanı” teorisine göre, insan denen varlık değişimden korkar, tepkilidir, karşıdır. Oysa “Y insanı” kuramına göre insan değişimi arzular, ancak değişimin getireceklerini bilmediği için ürkek davranır.

Çünkü yaşayan herkes öyle ya da böyle bir şey üretir: hizmet üretir, ütü üretir, çorba üretir, çağrı merkezi aramaları üretir, fitne fesat üretir, barış üretir, ilham üretir…

Herkes ıslık çalarken müzik üretir, bunu karışık yaparsa Vivaldi’nin 4 Mevsim eseri gibi olabilir.

Herkes Cin Ali çizebilir. Kolları uzun, ayakları ince olursa Dali olur, Munch olur. Aradaki fark, buna yoğunlaşmak, beceriyi geliştirmek, icra etmek.

Bir bahane daha ilişti gözüme; yaratıcılık ne işime yarayacak?

Doğu mistizmiyle biraz olsun ilgiliyseniz, yaratıcılıkla üretkenliğin aynı çakradan beslendiğini bilirsiniz. Daha iyi bir yaşam için daha iyi üretim, daha iyi üretim için daha yaratıcı eylemler gerektiğini de biliyorsunuz.

Batıda pekâlâ? Steve Jobs’u Steve Jobs yapan yaratıcılığı değil mi? Google ise karmaşık web sayfası yapılarına basitlik, sadelik getirmedi mi? Celal Aras, pazarlamada yaratıcılık yaptı. Gandhi sivil haklarına yaratıcı çözümler getirdi. Muhammed Peygamber, Arap edebiyatını yaratıcı şekilde kullandı, Atatürk yaratıcı bir vizyon ile liderlik etti. Kristof Kolomb yaratıcı bir rotaya yelken açtı. Annenizle babanız da yaratıcı bir keyifle sizi dünyaya getirdi.

İnsan yaratıldı, var edildi. Daha iyisi için görevlendirildi.

Daha iyisi için yaratıcı yollar gerekiyorsa eğer, insan bu güçle de donatıldı.

Şimdi ise bir şeyleri yaratma sırası, insanda.  Çünkü yaratmak varlığa mahsus oldu.

Sizin fikriniz nedir?