“Ve ancak, varoluşun bütün olan hali, tüm görkemi ile sevgiyi içine alabilir.”

‘Birey’ kelimesini, çoğu zaman, taşıdığı anlamın ne kadar derin ve önemli olduğunu anlamadan kullanırız. Bu kelimenin eski Latince bir kökeni vardır ki, kaynağını, bölünemez ve bütün anlamlarına gelen ‘individuum’ kelimesinden alır…yani birey’in kelime anlamı  aslında ‘bütünlük sahibi’ dir.

Bu durumda, çatışmacı psikolojileri ile belirginleşmiş, bölücü/ayrımcı yaklaşımlara sahip tüm sıradan insanları ise ‘dividual’ yani bölünmüş olarak adlandırmalıyız böylece, birey kelimesinin sahip olduğu bu özel ünvanı  herkes için kullanmayıp sadece, bütünlük adını verdiğimiz, liderliğin de temel niteliği olan Oluş’un Birliği’ne ulaşmış az sayıda birey olan değerli kişiler için kullanmalıyız.

Çocukken, neşe içinde, tam olmanın, bütünlük içinde olmanın hissiyle uyanırsınız, eksik olan hiçbir şey yoktur. Büyüyüp birer yetişkin olduğunuzda  bedenlerinizdeki o coşkun heyecanı çoktan unutmuşsunuzdur artık, oysa kaybedilmiş veya göz ardı edilmiş olan, derinizin altındaki bu heyecan en değerli olanıdır ve bütünlüğünüzün fiziksel belirtisidir, bütün gereksiz şeylerin ve duyguların yükünden kurtulmuş bir insanın hissedebileceği bir bütünlük anlayışıdır. Ancak, kendinizi yeniden sevmeye başlarsanız, teninizin altında titreşen, heyecan veren o tatlı ürpertiyi yeniden hissedebilirsiniz. Gerçek bir düşleyen, herhangi bir karar vermeden veya bir harekette bulunmadan önce bu fiziksel işareti beklemesi gerektiğini bilir.

 

Evrenin gelişimi bireyin gelişimine, onun dönüşümüne bağlıdır…

‘Bireysel’ ve ‘evrensel’ olan tek ve özdeştir…

İnsanın en büyük macerası bütünlüğünü tekrar elde etmesidir. Kişinin gerçek kariyeri, en büyük hedefi Oluş’un Birliği’ne ulaşmaktır, gerisi hiçbir çaba olmadan kendiliğinden gelecektir.

Eğer bütünlüğünün, doğruluğunun, mutluluğunun seviyesini alçaltırsan, yaşam parçalara bölünür, bir kaleydeskop halini alır. Bütünlüğe ne kadar çok yaklaşırsan başkalarına o kadar daha az ihtiyaç duyar, o kadar daha az bağımlı olursun…ta ki kendi tabiatına ulaşana dek. Kendi başına olmanın bir alternatifi yoktur…kalabalıkların ortasında, bir pazar yeri karmaşasında bile sürdürebileceğin, koruyabileceğin bir minnet halidir.

Kendine yönel…Eğitimimiz bu olmalıdır.

İnsan; özgürlüğü, mutluluğu ve sevgiyi kendi dışında aramakta, ne var ki, onun yolculuğu dışarıda değildir. Bu içsel bir maceradır, Oluş’un bütünlüğüne dönen bir yolculuktur.

Başkalarının senin için bir şey yapamayacağını anladığın an özgür olursun. Nihayet o zaman kendinden, eşsizliğinden ve özgünlüğünden beslenecek özgürlüğe kavuşursun.

Sıradan insanlar, özellikle de gençler, mutluluğun gerçekte içsel bir mesele olduğunun farkında değiller. Mutluluk sadece bu anın isteyerek gerçekleştirilen seçimidir ve zaman içinde olamaz, başka bir kişi ile birlikte yaratılamaz. Bu imkansızdır. Sadece sen, zamanın yokluğunda, öze dönerek, birliğine yeniden kavuşarak mutlu olabilirsin. Bütünlüğün çoğul hali yoktur. Bütünlük iki ya da üç kişi ile birlikte elde edilemez. Tıpkı bir kişinin iki ya da üç kişi ile birlikte sağlıklı ya da mutlu olamayacağı gibi.

Kendi ruh hallerimizin, düşüncelerimizin, inançlarımızın, içinde yaşadığımız dünyayı etkilediğine dair daha derin bir anlayışa sahip olmak gerekiyor. İnsanın bütünlüğüne ulaşması, kendini tanımakla başlıyor. Eğer kişi kendini tanımıyorsa, bir başkası onu özel kılan şeyleri onun adına bulamaz. Kendini tanıma sürecini başlatan en önemli şey ise kendini gözlemlemektir. En basit şeyi öğrenmek istediğimizde bile önce gözlemleriz. Ancak ne var ki, bu gözlemlemeyi kendimiz için yapmıyoruz. Kendini gözlemlemek, kendini tanımaktır, kendini iyileştirmektir, düzeltmektir. Diğerlerinin karşısındaki kendimizi ve tek başına olan kendimizi –yargısızca- gözlemlemek çok ciddi bir çalışma gerektirir. Biz ise kendimizle hiç vakit geçirmiyoruz, kendimizle baş başa kalmıyoruz ve ne yazık ki bundan sıkılıyoruz, oysa  esas güzellik, en büyük kazanç kendimizi tanımaktan gelir.

Tamamlanmamış bir kimse kendisi ile baş başa kalmaya, kendi kendisine eşlik etmeye tahammül edemez, dolayısıyla her zaman için dış dünyaya yönelir. Onun bu eksik, suçlu hali, kendisini sürekli olarak başkalarını aramaya, mütemadiyen bir beklenti halinde olmaya ve daima bir şeylerin gerçekleşmesini beklemeye teşvik eder.

Oluş’un yükselmesini besleyen bir durum olan, tek başına olma hali hazır olmayan insanlara sıkıcı gelir, çünkü bu hal, duyguları sımsıkı kontrol altına alarak insanları olayların, koşulların ve hepsinden öte diğerlerinin yokluğuna yönelterek sükunete doğru yol alır. Bu duruma hazırlıksız olan kişi sıkıntıdan boğulur. Oluş’un birliğini ve dinginliği, hareketsizlik ve başıboşluk olarak değerlendirir.  Etrafındaki dünyanın yegane sorumlusunun kendisi olduğunu fark eden sıradan bir insan gibi kendisini sıkışmış, boğulmuş hisseder. Başkaları tarafından gerçekleştirilen bir dünyada, kendi kaderinin ustası olma sorumluluğunu üstlenmek yerine, bu yaratımın, bu gölgelerin sadece bir parçası olduğuna inanmayı tercih eder – çünkü Yaratan olmak ve Düşleyen olmak hali bu kişi için fazlasıyla güçlüdür.

Tamamlanmamış insan, ömrü boyunca etrafta koşuşturmakta ve zaman içerisinde yine problemlere dönüşen ve bitmek tükenmek bilmeyen bir kısır döngüyü oluşturan dış çözümleri takip ederken nefes nefese kalmaktadır. Özgürlüğü, mutluluğu, sevgiyi, çözümü,  kendinde olduğunu keşfedemeden mütemadiyen dışarıda arar… Ancak “kayıp oğlun” yolculuğu, öz bütünlüğüne, Oluş’unun Birliği’ne geri dönen insanın içsel macerasıdır. Dışarıdan gelecek hiçbir yardım yok. Senin dışında, bilinen veya bilinmeyen, doğal veya doğaüstü, sorunlarını çözebilecek ve kaderini etkileyebilecek hiçbir güç yoktur.  Sen, yalnızca kendinle karşılaşmaktasın.

Çözüm: Kendinizi içinizde, hiç durmaksızın sevmeniz. Bunun anlamı; varlığınızın en gerçek bölümü ile sürekli temas halinde olmanızdır. Bunun anlamı; bir çeşit zafer, zerafet ve anlayış haline erişmeniz, onu yaşamanızdır. Bu; saf, masum olma halidir. Masumiyet ( innocence ) kelimesinin kökeni Latince’de ‘zarar vermeyen’ ( non-nocere = not-to hurt ) anlamına gelen ‘innocent’ kelimesinden gelir. Böylelikle ‘masum’ ( innocent ) kelimesi gerçek anlamında, kendisine zarar vermeyen, kendisini dünyanın en sevilen uğraşı haline gelmiş olan kendi kendini baltalama eylemine adamamış bir insanın niteliklerini betimler.

Kendinizi sevmeniz;  yapılacak tek şey ve iç bölünmelerinizin üstesinden gelerek birliğinizi yeniden elde etmenizi sağlayacak yegane eylemdir. Kendinizi özde, içinizde sevmeniz, Oluş’un etrafa saçılmış tüm parçalarını tek bir bütün içinde birleştirmeniz anlamına gelir.

Ekonominin altın yasası dediğim bir formül var:  Verdiğim için sahip olurum…olduğum için veririm. I have because I give, I give because I am. Vermek her şeyden önce kendinden vermektir, neysen onu verirsin, Oluş’tan gelen bir bağıştır. Kişi ancak kendisini severek diğerlerine gerçekten gerekli olan, onların gerçekten ihtiyaç duydukları şeyi, yani korkusuzluğu, cesareti, adanmışlığı ve güven duygusunu verme gücüne erişebilir.

Biz bu başarıyı ‘Bütünlük’ olarak adlandırıyoruz.

Bir şeyi verebilmek için önce ona sahip olmam gerekir, bir şeye sahip olmak için öncelikle ‘olmak’ gerekir. To give, I have to have, to have, I have to be. Ve bilin ki, tamamlanmışlık haline ulaşmamış bir kişi ihtiyaç içindedir, gerçek bir fakirdir…ve kimseye hiçbir şey veremez.

Bütünlük, Oluş’un şifasıdır. Bin yıllık inanışları yıkmayı, olumsuz duyguların ve yıkıcı düşüncelerin dönüşümünü; kendi ustalığına ulaşmayı; yiyecekler, uyku ve nefes alma üstüne hâkimiyet kurmayı gerektirir.

Tanrılar Okulu’nda  sıkça bahsettiğim Dreamer gibi, gerçek bir düşleyen,  ‘düş’ü tüm özgürlüğüyle ve tüm güzellikleriyle kendisini gerçekleştirmesi için serbest bırakır. Sonuçların, doğal olarak kendisinin kusursuzluk ve bütünlük seviyesine göre ortaya çıkacağını bilir…Gerçek bir düşleyen, kendisini bütünlükte ifade eder. Eksik bir dünyada yeri yoktur.

Bütün dikkatininiz ‘düş’e vermelisiniz, her insanın doğuştan hakkı olan, bütünlük, güzellik, mutluluk, bilgi, sevgi ve gerçek gibi elinizden alınamayacak değerlere verin. Güzelliği, şıklığı ve zevki kendi özünüzde tasarlayın!

Böyle bir farkındalıkla ne kadar çok duygusal kirliliğin ve bayağılığın ortadan kaldırılabileceğini bir düşünün. Suçluluk, mağduriyet bilinci ve diğerlerine duyulan sahte sevgi, sahte cömertlik üzerine kurulmuş olan tüm yardımsever ve insani kuruluşlar bir anda ortadan kalkar.

Bilin ki, Dünyanın sizin yardımınıza ihtiyacı yok, ancak ciddi bir biçimde sizin değişiminize ihtiyacı var. Bunun sizi kuşkucu ve zalim yaptığını mı düşünüyorsunuz? Özünde kendisini seven bir insan, diğerlerine karşı şüphe içinde, sahte ve zalim olamaz. Emin olabilirsiniz ki, kendi içinizde elde ettiğiniz zafer, etrafınızdaki her şeyin iyileşmesini sağlayacaktır.  Kendi masumiyetiniz ve saflığınız doğrultusunda kendiniz için yaptığınız her şey ile dünyaya yapılabilecek en büyük ve en gerçek yardımı yapmış olursunuz.

“Uyum içindeki bir görüşe, bir bütünleşme haline, bir gün ancak ‘kendi üzerinde çalışan kişi’’ erişebilecektir. Ve dünyayı yine uyum ve bütünlük içindeki bu görüş iyileştirecektir.”

 

Stefano D’Anna

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.