Klostrofobi olarak tanımlanan ‘kapalı alanda kalma korkusu’ kişiyi nefes alamamaktan tut, panik atak krizi geçirmeye kadar giden yoğun bir duygu durumuna sokar. Hep merak ederdim; asansör, tuvalet, küçük odalar, karanlık odalar, basık tavanlar vb. durumlarda özellikle ortaya çıkan bu korkunun temelinde zihni ve psikolojiyi bu kadar etkileyen ne vardır acaba?  
Geçen gün hayatımda ilk defa banka kasası gördüm. Bir değil hatta iki tane. Nişantaşı’nda eski bir banka şubesindeydi. Muhit olarak düşünürseniz kasanın büyüklüğünü kafanızda canlandırabilirsiniz. Bir tanesinin içinde bir de küçük kasa vardı. Kasa içinde kasalar… Kimbilir ne kadar kıymetli şeyleri sakladılar! Benim ilgimi büyük olanlar çekti; “Ya içinde kalsaydım?” kaygısı yaşadım bir an. Benim başıma hiç böylesi bir durum gelmese de duyduğum korkular ve hatta tam da bu mekana yönelik bir hikayem vardı. Kasalardan birinin içine girdim. Bu duyguyu hissetmeye çalıştım.

Bilenler bilir; uzun zamandır PARA SEVGİDİR diye bir seminerim ve danışmanlık hizmetim var. Gelenler önce geliş nedenini açıklar. Kimisinin parası yok fikri çoktur, kimisi çok kazanıyor ama harcayacak zamanı yoktur; parası için çevresinde alıcıların çokluğu, cimrilik, cömertlik, istemekten çekinmek, rahatça verememek, asla güvenmemek, parası için sevildiğine kanaat getirmek, parası için sevmek zorunda kalmak… kimisi nefret ederdi katılımcıların paradan, kimisi de parayı sevdiği halde ifade edememkten. Utananlar dahi vardı. Korkanlar başarılı olmaktan ve bu yüzden başarısız kalmayı seçen olmaktan çıkamayanlar… 

Yine bir gün grup çalışması olan bu seminerlerimizden birisine bir genç geldi. Hikayesini şöyle anlattı: “Ben iyi kazanıyorum ama parayı ciddiye alamıyorum, sevdiğimi düşünüyorum ama değerli  göremiyorum. Bu yüzden sürekli gelişi güzel harcıyorum. Cebimde kalan paradan rahatsız oluyorum.” Seminere de annesi göndermiş.
Kimler geldi tanışma aşamasından sonra katılımcılarla, kısa bir para ile ilk tanışma zamanlarını fark etme çalışması yaptırıyorum. Herkes kendi far ettiklerini anlatıyor. Bu arkadaşımızınki, trajikomik.
Şöyle ki: Annesi büyük bir bankanın şube müdürü. Çocuk anaokuluna gidiyor ve bir gün annesinin işi çok olduğu için okul dönüşü bankaya gelmek durumunda. Aslında çoğu zamanda da bankaya gidip annesini bekliyor. Elemanlar ve ortam tanıdık haliyle. Annesini beklerken çocuk merakıyla kağıtlarla dolu bir yere girmiş. Orası meğer kasaymış, oynarken de uyuya kalmış!
Annesi yoğun gün sonu hesaplarını yapıp, kasayı kapattıktan sonra çocuğunu alıp eve gidecek. Kadının işi biter mi? Gidecek ama çocuk yok! Tüm personel ile birlikte saatlerce çocuğu arıyorlar… Yok!
Meğer bizim çocuk kasada kilitli kalmış. Uyanmış, bağırmış çağırmış, ağlamış, sonra kağıtlarla oynamaya başlamış; kaymış üstlerinde, birazını da yırtmış bilmeden, sonra da yorulmuş ve uyumuş tekrar…
Banka personeli her yere baktıktan sonra bir de kasaya bakmak gelmiş akıllarına. Bakmışlar ki, orada oynayan, her yeri dağıtmış bir çocuk!
Yıllar geçmiş bizim bu çocuk büyümüş. Yaptığımız bu çalışmadan bilinç dışında kayıtlı duran anısını hatırladı. Bilinç dışının bilince etkisi işte bunun için önemliydi. Şimdi gülerek anlatsa da aslında hayatındaki yansımasından rahatsız olduğu için çalışmamıza annesi tarafından gönderilmişti. O anıyı farketmesi ve gerekli işlemin yapılması hayatındaki değişimi başlatmıştı. Paranın kağıt parçası olmadığını, üstündeki değerlerin değerleri ifade ettiğine kendini, önce zihnini inandırdı.

Sizin de bu örnekteki gibi bir korkunuz varsa illaki bilinç dışınızda bir yerlerde henüz farkedilmemiş bir kaydınız var olabilir. Bir bakmakta fayda var…

Sevgiler,

Güler Pınarbaşı

 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.