Pandemi dönemi diye bir dönem girdi ya hayatımıza. İşte tarihte önemli yer alacak bu günlerin bendeki önemi de büyük olacak ve çok iz bırakacak!
Tarih 11. Nisan 2020 Cumartesi.
Şişli Kaymakamlığı tarafından talep edilen Vefa Destek Grubu’nda görevliyim. Hepimiz için yeni bir sürecin içinden geçiyoruz. Önce mahallelinin ihtiyaçlarını karşıladık derken, haber geliyor. Nişantaşı Sanatçılar Parkı’nda evsizlerin olduğunu iletiyorlar. Bir anda her yer kapanınca aç kalmış bir kaç evsiz yurttaşımız varmış.
Bir pastaneden biraz pasta, çörek, kek götürdük. Hepsi karbonhidrat olsa da nefisler doydu birazcık. Sessizce teşekkür ettiler, “Allah razı olsun” dediler.
Ertesi gün yine açlar. Teşvikiye Mahalle Meclisi kurulmuştu tam bir yıl önce. iletişim grubundan organize olduk. Mahalle sakinleri evlerinde yemek yapmaya başladılar. Onların yaptığı yemekleri her gün evsizlere taşıdık. Taşıdık ama altı evsizle başlamışken bu olaya, her gün yemek talep sayısı arttı. 50 kişiye çıktı. Bir süre sonra Şişli Belediyesi’ nden gelmeye başladı yemekler. Her gün onlar getiriyor, biz de dağıtmaya devam ediyorduk. Bu böyle iki ay sürdü…
İşte Kadir’i böyle tanıdım. Gecelerini sokaktaki yaşamları belgesel olarak kaydeden Kadir’in bir gündüzünde… Sokakta!
Bizim altı kişi ile başladığımız ve hemen 50 kişiye çıkan sayımızın sebebi cezaevlerinden çıkanların da evsizlere eklenmesiymiş. Bir nevi evsizler, mekanlarında yer açtılar yeni gelenlere. Bu gencimiz de 18 yıl yetimhanede kaldıktan sonra sokağa, haliyle de cezaevine düşmüş.
İlginç bir hikayesi var.Hayatımıza giriş şeklindeki ilginçlik de bizim bu hikayeyi dinleme sürecimizle başlıyor aslında. Herkes ne olduğunu bilemediği bir virüs yüzünden evinde, kafası karışık, süresi bilinmeyen bir belirsizlik iöinde iken, biz; biraz daha cesur bir kaç kişi, her gün muhtarlığa giderek arabaya yemekleri koyuyor, kutular içinde veriyoruz insanlarımıza.
Yaş grubu 15’den 75’e kadar gidiyor. Kısa bir süremiz var teslimat için. Herkes tedirgin. Üstlendiğimiz görevi yapıp, bir an önce evlerimize gitmek istiyoruz. Bu arkadaşımız 1.2.3. gün derken farkettiği dikkatimizi çekmeyi başarıyor. Bizi, yemekleri alma- verme sırasında durdurup, o kısacık sürede hikayesini araya sıkıştırıyor…
Yemek dağıtırken hep o almaya geliyordu. Çekingeniz haliyle. Bu gençlere nasıl davranılır, ne denir bilmiyoruz? Biz, bir şey sormuyoruz, o bir şey demiyordu ama bu kez o konuşmaya, biz de dinlemeye açıyoruz kendimizi. Diyor ki: “Allah razı olsun ama bu yaptığınız balık ekmek vermek demek. Yine de çok sağolun, Allah kabul etsin ama bize balık tutmayı öğretmeniz çok daha iyi olur, bizim buna daha çok ihtiyacımız var” diyor.
***
Ben, bu cümleyi duyunca dikkat kesiliyorum. Çünkü doğru. Yarın hayat normale dönecek ve herkes işine gücüne döndüğünde bu insanlarımız ne yapacak? Bu zamana kadar tabii ki bir şekilde gelmişler, illaki bir şekilde de gidecekler. Ama yakından şahit olunca öyle düşünemiyorsun işte, görünce, duyunca, hissedince sorumlusun! Merak da ediyorsun; seçimleri mi, zorunlulukları mı?
Devamında yemek dağıtırken her gün, hep bunu düşünüyorum. Ertesi hafta, dayanamayıp, peşinden gidiyorum. Dört saat birlikteyiz, birbirimizi dinliyoruz. Korktuğumuz, çekindiğimiz bu çocuğun da bir farkı yok aslında diğer ev çocuklarından. Erken yüzleşmiş hayat şartlarıyla, zor ve çetin geçmiş, sokağın bilgisi ile bilgesi olmuş kendiliğinden.
“Sokak” diyoruz işte. Uçsuz, bucaksız, karanlık sokaklarda varolmaktan bahsediyoruz bu hayatlarda. Onun da hayalleri var, bir varoluş amacı, takıldığı anıları, büyük büyük soruları; onun da sıcak eve, şefkate, bir tas çorbaya ihtiyacı… Onun ve onların hatta!
Yaşam hikayesinin (sokağı) belgeselini çekmiş Kadir. Sokağın sesi, gözü, kulağı olmaya karar vermiş. Çektiği bu film ile Siirt Kısa Film Festivali’nde jüri özel ödülü kazanmış. Acı gerçeğe; Kadir’in Gecesi diye bakabilirsiniz. Hayatı önce yetimhanede, sonra da sokakta öğrenmiş. Sokaklar da; “Ya çakal olacaksın, ya Aslan” diyor. O, aslan olmayı seçmiş. Önce kendini kurtarmak istiyor, sonra da sokakta yaşayanlara el vermek!
Youtube hesabı: Sokağın Çocukları Aşktır
Bu belgesel filmin görüntülerini çekerken tövbe edesi gelmiş bir de, gidip kendi rızasıyla teslim olmuş cezaevine. Tüm günahlarından arınmakmış amacı. Yedi yıl ceza vermişler. Dört kıymetli, pırıl pırıl yıllarını geçirmiş kapalı duvarlar arasında ve bu dönem affından yararlanıp çıksa da dışarı. Gideceği tek yer sokak! Ne tuhaf döngü, değil mi?
***
Ben bu iki ay yakından yanında oldum. Röportaj yaptım, hikayesini, anılarını, hayat amacını, sorularını, hayallerini dinledim… Büyük büyük soruları vardı Kadir’in. “Ben kimim abla?” diye soranlardandı. “Öyle değil de, şöyle olsaydı, hayatım nasıl olurdu acaba?” diye sorgulayanlardan! Sokakta öğrendikleriyle, sokakta yaşayanlardandı!
Gördüysem, duyduysam, bu varoluş hikayesini, sorumlu olduğumu düşünüyorum ya, uzanan o ele, el vermek istiyorum. Çünkü tek ihtiyacı normal yaşam bilgisi. Hepimizin ihtiyacı bu değil mi? Deneyimlemeye geldiğimiz bu gezegende her ne ortamda olursak olalım yaşayabilme becerisini bilmek.
Ben de bir hipnoterapist olarak bu ruhun farkındalığına destek vermek, geçmişinin zihninde yarattığı yaralarını sarmak, bir büyüğü olarak elimden gelen tüm desteği vermek niyetine giriyorum. Belgeselinde; “Abi be! Bu büyük şehir bizi yuttu, sokak bizi yuttu” diyen diğer çocuklar gibi, “Abla, sokak beni de yutmasın” diyor, görüyorum, duyuyorum…
Yetenekli de… Yön verilirse değerlendirilecek bir genç olduğunu kesinlikle düşünüyorum. Onun gibi sokakları mesken tutmak zorunda kalan diğer arkadaşlarının da!
Bugün yapabileceği işlerle ilgili bağlantılar kurdum. Kurye, garson gibi işler var… Bence daha fazlasına da potansiyeli var. Ver bir bilgi, dönsün sana bin bilgi. Devlet memuru olma hakkı da çıkmış. 18 yaşında yetimhaneden çıkarken söylememişler de, 25 yaşında ceza evinden çıkarken öğrenmiş…
Kızıyor tabii. Zamanında öğrense belki bu zorlu deneyimi yaşamayacak öz yaşam hikayesinde. Şimdi ise henüz süren bir mahkemesi yüzünden bekliyor memurluk. İnsan kaynaklarında çalışan tanıdıklarıma da ilettim. Öğrendim ki, eskiden şirketlerin engelli gibi hükümlü de çalıştırma zorunluluğu varmış, şimdi o zorunluluk kaldırılmış. Yine de insan kaynaklarındaki arkadaşlar uygun firma bakarız diyorlar ama o kadar geniş zamanımız yok!
Her yeri arıyorum. Ne güzel olur bir işte başlayıp, ilerlemesini izlemek. Hızlı öğrenen, akıl çalıştırabilen, tüm yaşadıklarına rağmen halen büyük hayaller kurabilen birini hayata tutundurabilmek!
Benim için sokakta bulduğum kendi kendine, kendini işlemeye çalışan bir pırlanta. Hikayesini dinledikçe takdirim büyüyor. Temiz yüzlü, eli ayağı düzgün, güçlü, kuvvetli bir çocuk. Sadece sokakta! Çünkü gideceği başka yeri yok!
***
Yok- tu!
***
Gözü karartıyorum. Bir arkadaşımın küçük bir evi var. Depo olarak kullanılıyordu. Ona; “Bir projem var, kiralayalım mı biz burayı?” diyorum. “Olurdu, olmazdı, şöyle, yok böyle olurdu…” derken, orayı ona ev yapıyoruz. Eşyalarını ayarlayıp, yerleştiriyoruz. Daha doğrusu kendi yerleşiyor, biz sadece ışık tutuyoruz. Yakında bir ikametgah adresi olacak inşallah.
Elimizden geldiğince ilgileneceğiz. Tabii kendisi de istediği sürece. Kendi istediği kadar çünkü sokağı bırakmak da zor. Sırat köprüsünün üstünde durmak durumunda şimdi. Bir yandan eski yaşam bilgisi, diğer yanda bilemediği bir hayat. Bir söz var: “Bildiğin cehennemde yaşamak, bilmediğin cennette yaşamaktan daha kolaydır. Bunu genelde rahatlık alanından çıkamayanlar için hatırlatırız. Bakalım o bilmediği cennete ulaşmak için rahatsız olmaya göğüs gerebilecek mi? Kısaca; ya bildiği hayata devam edecek ya da diğer yandaki normal hayatta varolmaya çalışacak. Hayata sağlam tutunmak, başarılı olmak isteyen bir genç olarak hayatına devam etmek, evlenip, yurt yuva sahibi olmak istediğine destek olmak hepimizin görevi, sosyal sorumluluğumuz diye düşünüyorum… Bakalım, o seçecek!
Şimdi denetimli serbestlikte Kadir. İş bulana kadar günlük harçlığını günlük işler ile çıkarıyor ki, sokakta ‘sinyal çekme’ denilen veya diğer illegal işlere gerek duymasın. Genç adam, yaşamak için mecburi ihtiyaçları var haliyle…
Düşünsenize, hep birlikte başarılı olursak; bir ebeveyn sorumluluğuyla, abla- abi niyetiyle, iş hayatına en temelden başlayıp, ilerlediğini izlemek bizi nasıl da mutlu edecek. Birlikte başarabilmeyi gerçekten çok istiyoruz.
Bu genç çocuk bir örnek. Sokaklar bu fırsatı edinmek isteyen binlerce çocukla dolu. Sokak çocuk doğurmuyor ama adları nedense sokak çocuğu! Geçen günlerde instagram canlı yayında konuk ettiğim Umut Çocukları Derneği Başkanı Ferhat Şahin; “Baliyi, tineri bu çocuklar üretmiyor ama balici, tinerci neden bu çocuklar oluyor?” diye soruyor. Kendisi de sokaklardan gelmiş, kendini var etmiş biri olarak sözlerini kulağıma küpe yapıyorum. Soru içimde dönüp duruyor!
***
Kıyıya vuran deniz yıldızı hikayelerini bilirsiniz. Adamın onları tek tek eline alıp, denize atışını. Deniz yıldızını denize ulaştırdığında “onun için farketti” hissiyle mutlu oluşunu…
Bizim ilgimiz için de durum budur; bir deniz yıldızını yeniden doğasına ulaştırmak!..
Bu bilgiyi ilgili kişilere, her yere iletmenizi rica ediyoruz. Sokaktaki bu değer de bir çok genç, enerjik ve bu enerjiyi harcayacak, kafayı dağıtacak, umutlarına sarılacak, kazanabildiğini görecek işlere, uzattığı elini tutacak ellere acilen ihtiyaçları var. Hiçbir zaman geç kalınmış değil. Kendilerinin sorumluluğunu almak, kimseye yük olmak istemeyen bu gençleri anlamak için önce dinlemek gerek…
Durum budur!
Lütfen bu mesajımızı kim kalpten dinleyecek, el verebilecek konumda ise onlara iletmemize yardım edin ya da bize deyin ki; “Şu yerdeki, şu kişi ilgi” gidip, anlatalım. Çünkü bu çocuklar benim, bizim, hepimizin…
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.