İlkokul son sınıftaydım… Öğretmenim Medihaanım, haber yollamış:

“Annene söyle, yarın okul çıkışı bana gelsin… Onunla konuşmak istiyorum…” demişti.

Ne konuşacak!.. Hepsi pekiyi değilse de karnemde hiç zayıfım yok! Bana sataşmazlarsa kimseyle kavga etmiyorum… Durmadan silgim, kalemim kayboluyor… Ali’den kuşkulanıyorum… sanki o çalıyormuş gibi geliyor bana, ama ona da kimseye de bir şey söylemiyorum.

Annemin eve dönüşünü merakla beklemiş, gelir gelmez de sormuştum:

“Benim için ne söyledi Medihaanım?”

“Uyumsuz bir oğlunuz var… dedi.”

“Uyumsuz!”

“Evet.”

“Ne yapıyor muşum?”

“İstiklal Marşı okunurken, ağzını açıp kapıyor, söyler gibi yapıyor muşsun… doğru mu?”

“Evet… doğru.”

“Bütün okul söylüyor… sen niçin söylemiyorsun?”

“Eve gelirken, yolda söylüyorum… Tek başıma.. ”

“İçinden mi yüksek sesle mi?”

“Bağıra bağıra… Duyanlar durup alkışlıyor.”

“Geçenlerde Yıldız Parkı’na piknik yapmaya götürmüş öğretmen hanım. Hepinizi ağaçların altına oturtmuş…”

“Ben havuzun kenarında oturdum…”

“Tek başına!”

“Evet, tek başıma. Kırmızı balıkları seyrettim… ne var bunda!”

“Uyumsuzluğun…

Uyum, kelimesinin anlamını, kavramını, kapsamını uyumsuz olduğumu annem yüzüme vurduğu günden bu yana biliyorum ve de böyle geldim, böyle gidiyorum:

Lisede okuduğum yıllar sarı şeritli kasket takardı öğrenciler. Kasket şeridi kırmızı olduğu için ticaret okulunu seçmiştim.

Düşkünler evini ziyarete gideceğiz… yirmi arkadaş. İçimizden biri:

“Ben hepimiz için yarımşar kilo baklava alıp geliyorum…” dedi.

“Benimki şöbiyet olsun…” diye seslendim peşinden.

Torun torbayı topladım… ünlü bir kebapçı var… oraya götürdüm. Bizim hanım:

“Herkese birer karışık söyleyelim, her kebaptan tatmış olalım…” dedi.

“Ben, şiş yiyeceğim…”

Annem başta, hısım akraba, yaşı başıma, kafası kafama uygun kız baktıkları günler. Hepsi etlice butluca, üstelik hepsi de sarışın.

“Esmer yok mu?”

“Var bir tane…”

“Tamam.”

“Güzel mi?”

“Güzelliğine güzel de biraz sıskaca …”

“Olsun.”

“Yemekten de anlamıyormuş.”

“Anlamasın. Öğrenir.”

Ev tuttuk. Boyası, badanası bitince oturacağız. Nikâhı bekletiyoruz:

“Gel bak bakalım… Beğenecek misin?”

Kapıdan girdik… Parkeler cilalı… Duvarlar bembeyaz… Mutfağı görünce şaşırdı:

“Burası böyle mi kalacak?”

“Evet…”

“Kıpkırmızı!..”

“Evet…”

“Kim istedi bu rengi!”

“Ben istedim… olmamış mı?”

“Olmuş… ama, uyumsuz olmuş.”

 

Yazı: Vural Sözer

vural.sozer@hotmail.com

www.vuralsozer.com.tr

Facebook: Vural Sözer

Sizin fikriniz nedir?