“Ağaçlar ve bitkiler kendileriyle barış halindedirler, iç sıkıntıları yoktur. Çünkü ağaç-bitki olarak yaratılmışlardır ve ne için buradaysalar tam anlamıyla onu yaparlar. Hayvanlar kendileriyle barış halindedirler, iç sıkıntıları yoktur. Çünkü her ne üzere yaratılmışlarsa onu yaparlar ve tam olarak kendileridirler. Tüm bunlar arasından sadece ‘beşer’ her daim sıkıntıdadır. Çünkü o, kendini ve varoluşu bilmek (insan olmak) üzere yaratılmıştır. Ancak bunları yapmaz ve doğasına karşı gelir…”

Çağrı Dörter

Kadim Tasavvuf Yolu’nda yürürken, bu alanda belirli kavramların “özel anlamlar” üzerinden kullanıldığının bilinmesi, okunan metinlerin ve sohbetlerde kullanılan dilin hakkıyla anlaşılmasını sağlar. Bu ayrımların bilinmemesi ise, çoğunlukla karmaşaya ve yanlış anlamalara neden olur. Aynı kelimenin her zihinde, her anlayışta, her insanda karşılığı ve geçmişi farklıdır. Bundan dolayı, öncelikle, kullanılan kavramların Kadim Tasavvuf Geleneği’nde hangi anlamlarda kullanıldığının anlaşılması gerekir. Bu şekilde, daha evvel hiçbir şey anlaşılmayan veya yanlış anlaşılan nice değerli söz ve aktarım, artık gerçek manasıyla kendini yolcuya açmaya başlayacaktır.

Bahsi geçen kavramların başında “beşer” ve “insan” kavramları gelir. Bu iki kavram çoğu insan için aynı şeyi anlatmaktadır. Oysa Kadim Tasavvuf Geleneği’nde bu sözcükler birbirlerinden çok farklı, hatta neredeyse zıt kutupları (varoluş hallerini) anlatmaktadırlar.

Dışı insan görüntüsü ile bezenen ancak içinde farklı sıfatların, huyların, ezbere anlayışların ve kalıpların esareti altında yaşayan, onlar tarafından yönlendirilen ve “sorgulama bilinci”ne henüz gelmemiş varlığa “beşer” ismi verilir. Yani, “insansı”. Beşer kendini her ne kadar özgür zannetse de; inanç kalıplarının, ödünç aldığı fikirlerin, sorgulamadan inandıklarının ve onu sürekli aynı döngüde tutan huylarının kölesi durumundadır. Bu huylar, ezberler ve özgün olmayan düşünce-davranış kalıpları onun üzerinden yaşar ve açığa çıkarken, onların emirlerini yerine getirebilmenin özgürlük olduğunu zanneden beşer, dünyada en yaygın ve hâkim canlı türünün de adıdır. Maddi dünyanın gücü de, anlayış ve bilinç piramidinde aslında en düşük seviyede olan “beşer”e verilmiştir. Çünkü maddi bir güce ulaşmak gayesiyle hayatını heba etmek, ancak beşerin yapabileceği bir deliliktir. İnsan, böyle bir deliliğe girmek bir yana, yakınından dahi geçmeyi düşünmeyecek bir varlık olarak ne bu boş güce, ne de dışarıdan parıltılar içinde görünürken içinde aslında sıkıntı ve diş gıcırtılarıyla dolu o cehennem gibi yaşamlara taliptir.

Beşer, nefsinin tatmin edilemeyen açlığı, içi boş arzuları ve bunların sonucu olarak ortaya çıkan “daimi iç sıkıntısı” ile yaşamaya mahkûmdur. Bu “iç sıkıntısı”nı unutabilmek için sürekli yeni uğraşlara, hedeflere ve daimi bir harekete (koşturmaya, oyalanmaya, oyuncaklara) ihtiyaç duyar. Kısacası, gürültüye ve harekete bağımlıdır.

Beşer, nefsinin tatmin edilemeyen açlığı, içi boş arzuları ve bunların sonucu olarak ortaya çıkan “daimi iç sıkıntısı” ile yaşamaya mahkûmdur. Bu “iç sıkıntısı”nı unutabilmek için sürekli yeni uğraşlara, hedeflere ve daimi bir harekete (koşturmaya, oyalanmaya, oyuncaklara) ihtiyaç duyar. Kısacası, gürültüye ve harekete bağımlıdır. Ve beşerin yaşamı, içinde tohumunu taşıdığı “insan” adlı varlık filiz verene dek, ne yaparsa yapsın, sıkıntı dolu olacaktır. Çünkü beşer, aslında bilmeden, sürekli olarak kendi doğası ile mücadele ve kendine ihanet etmektedir.

“Ağaçlar ve bitkiler kendileriyle barış halindedirler, iç sıkıntıları yoktur. Çünkü ağaç-bitki olarak yaratılmışlardır ve ne için buradaysalar tam anlamıyla onu yaparlar. Hayvanlar kendileriyle barış halindedirler, iç sıkıntıları yoktur. Çünkü her ne üzere yaratılmışlarsa onu yaparlar ve tam olarak kendileridirler. Tüm bunlar arasından sadece ‘beşer’ her daim sıkıntıdadır. Çünkü o, kendini ve varoluşu bilmek (insan olmak) üzere yaratılmıştır. Ancak bunları yapmaz ve doğasına karşı gelir…”

“İnsan” kelimesi “üns” kökünden gelir. “Üns”, bağ kurmak anlamındadır. İnsan, kendi varlığının kökleriyle, yani Allah ile bağ kurabilen varlığın ismidir. Beşer ise, insanın bu bağdan bihaber olan (unutmuş) halidir. Bu anlamda, insan kelimesinin bir diğer kökü kabul edilen “nesy”, yani “unutmak”, bambaşka bir derinlik kazanır. İnsan bedeni içinde “nesy (unutma)” hali” içinde olunduğunda, ortaya “beşer” çıkar. Beşer, “ünsiyet (hatırlama, bağ kurma) hali” içine girip, kendi köklerini hatırlayıp, Allah ile bağ kurmaya yöneldiğinde “insan” olur. Birçok farklı dilde “din” kelimesinin kökeni olan “religare” ise “tekrar bağlanmak” anlamına gelir. Yani “din”, en derin anlamıyla, beşerin insan olma ve O’na bağlanma yolculuğudur. Ve zaten tüm dinlerin hedefi de bu olmuş, ancak zamanla beşer tarafından çarpıtılarak, adeta var olan o bağı daha da koparmaya hizmet eder hale getirilmeye çalışılmıştır. Potansiyel olarak bu bağı kurmak ve bu bağ ile yaşamak üzere yaratılmış (daha doğrusu “halk edilmiş”) olan insan bedeni, bu bağı kurmadığı müddetçe o sıkıntıya mahkûm olmaktadır.

Kısacası; beşer, kuru (nesnel) bilgi biriktirmekle kendi özünü kandıramaz, ruhunu doyuramaz ve kendini dönüştüremez. Doğasının (ruhunun) ihtiyacı “diri bilgi”dir. Ki bu da yolcuyu “bilgelik” kavramına götürür.

Beşer bu sıkıntısından kurtulabilecek midir? İçindeki potansiyeli açığa çıkartana ve insan olma yoluna girene dek, bunu başarabilmiş bir örnek tarihte bulunmaz. Hatta kendi üzerine bilgilenme yolunda yürüyen nice âlim, bilgilendikçe diğerlerinden kopmuş, bir başka tür sıkıntıya girmiş ve o hal üzere yaşamışlardır. Yani, bildikleri dahi onları bu iç sıkıntısından kurtaramamış, aksine o sıkıntıyı arttırmıştır. Bunun nedeni nedir? Kadim Tasavvuf Yolu’nda buna “ölü bilgi biriktirmekle insan olunmaz” cevabı verilir. Yolcunun kalbine dokunmayan, onu varlıksal bir dönüşüme ve (huylarına varana dek) saflaşma yoluna sokmayan, dışarıdan alınmış ama yaşama geçirilmemiş her “emanet” bilgi, “ölü bilgi”dir. Ve bu tür bilgiler binlerce sene dahi biriktirilse, biriktireni dönüştürmedikten, arındırmadıktan, aşka düşürmedikten sonra, pratikte ve yaşam içinde birer hiçtirler. Çünkü işlevsizdirler. Ve işlevi olmayan her yükü taşımak, taşıyan için ancak boşa hamallıktır.

Kısacası; beşer, kuru (nesnel) bilgi biriktirmekle kendi özünü kandıramaz, ruhunu doyuramaz ve kendini dönüştüremez. Doğasının (ruhunun) ihtiyacı “diri bilgi”dir. Ki bu da yolcuyu “bilgelik” kavramına götürür. Sadece “insan”dan açığa çıkabilecek, ne kitaplardan alınabilecek, ne de pazarda bulunabilecek “bilgelik”. Ancak “bilgelik” konusuna girmeden evvel, “ölü bilgi (nesnel bilgi)” ve “köprü bilgi (harita işlevli bilgi)” konularının iyi anlaşılması gereklidir. Ve not etmek gerekir ki, “nesnel bilgi”ye her zaman ihtiyaç vardır ve bu bilgi türü asla küçümsenemeyecek yararlara sahiptir. Burada kullanılan “ölü” tabiri, “beşeri insana dönüştürme işlevi olmayan” anlamındadır. Yoksa genel anlamda hiçbiri asla “işlevsiz” veya “değersiz” değildir.

“Nesnelerin bilgisi” sonsuzdur ve beşerin günlük hayatta işlerini yapmasına, fiziksel yaşamını sürdürmesine, işlerini kolaylaştırmasına ve ilgi duyduğu alanlarda akli olarak bilgi sahibi olmasına hizmet eder. Örneğin vergilerin nasıl ödeneceği, toplum kuralları, genel kültür, bilim dalları vb. bilgilerin tümü nesnel bilgilerdir; özneyi (bilincin niteliğini) değiştirmez, onu dönüştürmez. Hepsi günlük yaşamında kolaylık sağlar, ancak öze ulaşmaz. Yani ermişlerin ermişi evrenin sırrını bir kâğıda yazsa ve bir gün o kâğıdı biri bulup okusa, onu okuyan için o bilgi dahi “diri bilgi” değildir. Çünkü onu yazan insan bunu “doğrudan deneyim (içsel deneyim)” ile bilmiş, yaşamış ve anlayışına varmıştır. Ancak bunu okuyan için bu “ödünç alınmış bir bilgi”dir. Ne bunu okuduktan sonra bir anda huyları değişecektir, ne de titreşimi. Sokağa çıktığında aynı kalacaktır. Olaylara verdiği tepkiler (bu bilginin akılda bıraktığı kısa süreli iz kaybolana dek) kısa bir süreliğine ve suni olarak değişebilecek olsa dahi, sürenin sonunda yine eski haline dönecektir.

Hayat yolunda her an bir seçim yapıyoruz. Peki, iş büyük seçime geldiğinde hangisini seçiyoruz: Beşer olmayı mı insan olmayı mı?

En değerli kitapları alıp okuyabilir, evrenin öteki ucuna yolculuk yapabilir, bizzat bilimsel deneyleri yapıp sonuçlarını görebilir ve hatta varoluş ona doğrudan seslenebilir. Ancak bunlar dahi hep “dışarıda” kalacaktır. Her ne kadar yararlı, etkileyici ve sarsıcı olurlarsa olsunlar; ne onda ete kemiğe bürüneceklerdir, ne de varoluşunu kökünden değiştireceklerdir. Gelmiş geçmiş en sarsıcı kuantum deneylerini yapan ve akıl almaz sonuçlarını ilk elden gören bilim insanlarının samimi itirafları, bu konuda oldukça açıklayıcıdır: “Evet, deneyleri yaptık ve sonuçlarını açık seçik gördük. Ancak bunlar o kadar inanılmaz neticeler ki, keşfettiğimiz şeyi idrak edemiyoruz.” Yani, “bu bilgiyi yaşantılayamıyoruz”. Bu nedenle “yaşantılamak”, bir bilginin o insanda yarattığı etkinin sağlamasının yapılması açısından en önemli değerdir. Bir bilgi, okuyanda bir arayışa ve yönelmeye yol açıyorsa, onun varoluşunu dönüştürebilecek bir etki yaratması bakımından hedefine ulaşmış ve “köprülük” vazifesini gerçekleştirmiş olacaktır. Arayışa sahip insanı (talip) yönlendiren ve ona bu yolda destek olan bilgi “köprü bilgi”dir. Ancak yine de “diri bilgi”den bir farkı vardır: İşlevi olduğu gibi, tek başına yeterli değildir. Bir haritadır. Onu nerede ve nasıl kullanacağı, o haritayı elinde tutana ait bir seçim olacaktır.

Beşerin bahsedilen anlamlara varması için ilk başta “köprü bilgi”ye, yani bir “yol haritası”na ihtiyacı olacaktır. Çeşitli kitapları araştıracak, konu üzerine yazılanları okuyacak ve “akli bilgilenme süreci”ni belirli bir olgunluğa getirecektir. Temelinde “samimiyet” ve “arayış” olduğunda, bu tür (temelini varlıksal hakikatlerden ve doğrudan deneyimlerden alan) bilgiler onun için hayati bir işlev görecekler ve onu “diri bilgi (bilgelik, irfaniyet)” yoluna yönlendireceklerdir.

Manevi (ruhsal, içsel) alanlara ilgili nicesi aslında her gün kendilerine faydası olmayan bilgilerle akıllarını doldurarak, “bizzat deneyimleme-bilme” yolunu kapattıklarından habersizdirler. Zihin dinginleşmekten korkar ve dinginleşmek isteyen insana da, buna göre tuzaklar kurar. Diğerleri film izleyerek, oyun oynayarak veya işlerine odaklanarak zihinlerini meşgul ederken, maneviyata merakı olanların da aynı şeyi “manevi bilgiler” üzerinden yapması yaygındır. Nasıl olur bu? Kendilerine hizmet etmeyen konularda okumaya, tartışmaya ve öğrenmeye devam ederek… Kendileri deneyimlemedikten sonra evrenin öteki ucunda hangi varlıkların yaşadığına dair sırları öğrenmelerinin dahi onlara (dönüşümsel manada) bir faydası olmayacağını anlayamadan ömürlerin geçmesi seyrek görülen bir örnek değildir. Veya sürekli olarak kimi ruhsal kanallardan bilgi alanların, aslında hayatlarının sonuna dek değişip-dönüştükleri neden fazlaca görülmemiştir? Peki, gideceği âlemlerde yanına alabilecek midir insan gece gözlerini kapattıktan sonra dahi unuttuğu bilgileri?

Yolcuyu kurtaracak anahtar soru şudur: “Bu bilgi pratik olarak bana ne sağlayacak?” İşte bu soru, ölü ile dirinin ayrıldığı sorudur. Bu soru, içi boş bilgiyle diri bilginin ayrıldığı sorudur. Ve bu soru, hayatını boşa harcamakla hakkını vermek arasında yapılacak seçim için insana yol gösterebilecek sorudur. Bu soruyu kendine dürüstçe soran ve cevaplayan nicesi, zamanının çoğunu aslında kendine pratik bir yarar sağlamayan bilgileri toplayarak bir “hiç” yolunda harcadığını da idrak edecektir. Peki, neden o bilgilerin peşindedir zihni? Oyalanmak için…

Bunu idrak edenlerin yöneleceği bilgi, artık “köprü bilgi”dir. Yani onu “diri bilgi”nin kaynağı olan “bilgelik”le tanıştıracak yolun haritası olan bilgi. Bu bilgilenme sürecinin sonunda beşer, bu yolun ancak “diri bir insan-insan ilişkisi”nden, yani “dostluk”tan geçtiğini idrak edecektir. Vakti geldiğinde kendini gözlemleyecek ve aslında aynı şeyleri farklı kıyafetler altında tekrarladığını, ancak gerçekte kayda değer oranda bir yol alamadığını kendine itiraf edebilecek olgunluğa gelecektir. Takiben de; değişmekten, dönüşmekten, eski kimliğini bırakmaktan, evrimleşmekten, o yolculuğa gerçekten başlamaktan içten içe korktuğundan, “Hakikat” adı altında aslında kendini oyaladığını kendine itiraf edecektir. İşte ancak bu samimi itirafını takiben, “köprü bilgi”nin yerini “diri bilgi”ye bırakma zamanı gelmiş olacaktır.

Tasavvuf Yolculuğu, ancak o anda başlar…

cdorter@gmail.com

 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.